Morwena

Buralıyım
Kayıt
16 Nisan 2007
Mesajlar
4.355
Beğeniler
0
ANKARA TARİHİ VE COĞRAFİ DURUMU

TARİHİ DURUMU
Dsc00072.jpg


Ankara'nın kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte yapılan araştırmalar, bölgedeki yerleşmelerin insanlık tarihi kadar eski olduğunu, bölgenin birçok medeniyete beşiklik ettiğini ortaya koymaktadır. Belgelere dayanmamakla birlikte ilk adının Galatlar tarafından 'Ankyra (Ancyra)' olarak verildiği ve zamanımıza kadar 'Angora', 'Engürü' ve 'Ankara' şeklinde değişime uğradığı tahmin edilmektedir.

Tarihi, Hitit devrine kadar takip edilebilen Ankara; daha sonra sırasıyla Frigyalılar, Kimmerler, Persler, Lidyalılar, Makedonyalılar, Galatlar, Romalılar ve Selçukluların hakimiyetinde kalmıştır. 1354 yılında Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılan Ankara; 1902 yılında 5 sancak, 21 kazayı kapsamakta iken 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile sancaklar kaldırılmış, Ankara'ya bağlı olan Kayseri, Yozgat, Kırşehir ve Çorum Sancaklarına da 'İl' statüsü verilmiştir.

Temsil Kurulu'nun çalışmalarını yürütmek için karargâh olarak seçtiği Ankara'da 27 Aralık 1919'da büyük bir coşkuyla karşılanan Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini de burada atmıştır. 23 Nisan 1920'de kurulan TBMM Hükümetinin idare merkezi ilan edilen Ankara, 13 Ekim 1923'de çıkarılan bir kanunla da Türkiye'nin Başkenti olmuştur.

Başkent olduktan sonra hızlı bir şekilde sosyal, ekonomik, siyasal, askeri ve kültürel gelişime sahne olan Ankara; bugün, tüm sektörler itibarıyla kalkınmış, ülkemizin ikinci büyük metropolü haline gelmiştir.

COĞRAFİ DURUMU

İç Anadolu Bölgesi'nin kuzeybatısında, 39 o 57' kuzey enlemi ve 32 o 53' doğu boylamı arasında bulunan Ankara'nın doğusunda Kırşehir ve Kırıkkale, batısında Bilecik-Eskişehir, kuzeyinde Çankırı, kuzeybatısında Bolu, güneyinde Konya ve Aksaray illeri yer almaktadır. Göller dışında 24.521 km²'lik yüzölçümü ile Türkiye yüzölçümü içerisinde % 3,19'luk bir paya sahiptir. Rakımı, ortalama 830-890 metre dolayındadır.

Ovalık bir alanda kurulan İlin yüzölçümünün; yaklaşık % 50'sini tarım alanları, % 28'ini ormanlık ve fundalık alanlar, %.12'sini çayır ve meralar, % 10'unu tarım dışı araziler teşkil etmektedir.

Dağlık ve ormanlık Kuzey Anadolu ile kurak Konya Ovası arasında yer alan Ankara, Kızılırmak ve Sakarya Nehri ve havzaları ile çevrilmiş olup, kuzey ve kuzeybatısındaki dağlar yer yer ormanlık alanlarla kaplıdır.

İlin, en yüksek noktasını 2.015 m. yüksekliğindeki Işık Dağı, en geniş ovasını 3.789 km²'lik yüzölçümü ile Polatlı Ovası, en büyük gölünü yaklaşık 490 km²'lik yüzölçümü (İl içi) ile Tuz Gölü, en uzun akarsuyunu yaklaşık 151 km.lik (İl içi) uzunluğu ile Sakarya Nehri, en büyük barajını 83,8 km².lik yüzölçümü ile Sarıyar Barajı oluşturmakta olup, il geneli itibarıyla 14 doğal göl, 136 sulama göleti ve11 baraj bulunmaktadır.

İlin başlıca akarsuları ; Kızılırmak, Sakarya Nehri, Ankara Çayı, Kirmir Çayı, Ova Çayı ve Balaban Çayı'dır. Başlıca gölleri ; Tuz Gölü, Mogan Gölü ve Eymir Gölü'dür. Başlıca barajları ; Sarıyar, Kesikköprü, Çubuk-1, Çubuk-2, Bayındır, Kurtboğazı, Çamlıdere ve Asartepe barajlarıdır.

Geniş arazi yapısı itibarıyla güneyde step, kuzeyde ılıman ve yağışlı bir iklim tipinin görüldüğü Ankara'da genel olarak yaz ayları sıcak ve kurak, kış ayları soğuk ve az yağışlı karasal iklim tipi görülmektedir.

NÜFUS DURUMU

Ankara'nın 1927 yılı nüfus sayımına göre toplam nüfusu 404.581 iken, son 73 yılda 10 kat artarak 2000 yılında 4.007.860'a yükselirken, aynı dönemde ülke nüfusu 5 kat artmıştır. 1927-1935 döneminde ilimizin yıllık nüfus artış hızı ‰ 34,7 iken, 1990-2000 döneminde ‰.24,4'e düşmüştür. 1927 yılında il nüfusu ülke nüfusu içinde % 3,2'lik bir paya sahip iken, 2000 yılında yaklaşık % 6'lık bir paya ulaşmıştır.

1990
1997*
2000

Kırsal Alan (Köyler)
399.576
400.283
467.338

Şehir (Belediyeler )
2.836.802
3.231.329
3.540.522

Toplam
3.236.378
3.631.612
4.007.860

*1997 yılı nüfusu ikametgaha göredir.

İlimizde ortalama hane halkı büyüklüğü azalış eğiliminde olup, 1955 yılında 7,0 olan ortalama hane halkı büyüklüğü, 2000 yılında 3,8 kişiye düşmüştür. İl nüfusunun; 1935 yılında % 80'i Ankara doğumlu iken, 2000 yılında ise Ankara'da doğan kişilerin il nüfusu içindeki oranı % 53'e düşmüştür. Ankara nüfusuna dahil olup başka illerde doğanlar içinde en yüksek payı % 4,3 ile Çorum İli doğumlular almaktadır. Yozgat, Çankırı ve Kırşehir doğumlular sonraki sırayı takip etmektedir. Nüfusun gelişimine ilişkin bilgiler aşağıda tablo ve grafikte görülmektedir.

İlimizde 2003 yılında; 54.191 doğum, 27.380 ölüm, 32.193 evlenme ve 7.478 boşanma olayı gerçekleşmiştir.

EKONOMİK DURUM

Ülkemizde; ilk kez 1927 yılında yapılan sanayi sayımına göre ilimizde mevcut 1.276 işyerinden 418'i bir kişilik, 413'ü ise 2-3 kişilik işgücüne sahip olup, bu işletmeler tarımsal ve hayvansal ürünleri işleyen işyerlerinden oluşmaktadır. 1920-1940 yılları arasında Ankara Fişek Fabrikası, dökümhaneler, imalathaneler ve silah fabrikaları; 1940'lı yıllardan sonra da hızlı nüfus artışı sebebiyle inşaat, bankacılık, ticaret ve sigortacılık alanlarında pek çok şirket kurulmuştur.

İmalat sanayii içinde; 1960 yılında özel sektörün katma değer içindeki payı % 20'den az iken, bu oran bugün % 85'in üzerine çıkmıştır.

Ankara, 2001 yılında cari fiyatlarla 13,5 Katrilyon TL GSYH ile Türkiye'de iller arasında ikinci sıradadır. Bu aynı zamanda Türkiye GSMH' nın % 7,6'sıdır. Kişi başına GSMH cari fiyatlarla 2.752 dolar olup, iller içerisinde dokuzuncu sırada bulunmaktadır.
 

Morwena

Buralıyım
Kayıt
16 Nisan 2007
Mesajlar
4.355
Beğeniler
0
MARDİN'İN TARİHİ

Mardin,Mimari,Etnografik,Arkeolojik,Tarihi ve görsel değerleri île zamanın durduğu izlenimini veren Güneydoğunun şiirsel kentlerinden biridir. Bölgede yapılan kazılarda MÖ.4500'den başlayarak klasik anlamda yerleşim gören Mardin; Subari, Hurri, Sümer, Akad, Mitani,Hitit,Asur,İskit,Babil,Pers,Makkedonya,Abgar,Roma,Bizans,Arap,Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı dönemine ilişkin bir çok yapıyı bünyesinde harmanlayabilmiş önemli bir açık hava müzesidir. Şehirde bilimsel kazı yapılacak pek çok önemli alanı vardır. Bunun sonucunda şehrin tarihinin daha iyi ortaya konulması imkanı yaratacaktır.

tarih1.jpg


Mardin'in ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmiyorsa da kuruluşu eski yakın doğu tarihine göre Subariler zamanına kadar dayanmaktadır. Alman Arkeologu Baron Marva Oppenheim'in 1911-1929 yılları arasında yaptığı kazılardan elde edilen sonuçlara göre: Subariler'in Mezopotamya da (MÖ.4500- 3500) yaşadıklarını bu tespite sebep olarak da Sümer ve Babil katları arasında buldukları kiremitleri göstermiştir. Gırnavaz örenyerinde 1932 yılında başlayıp 1991 yilina kadar sürdürülen Arkeolojik kazı ve araştırmalar sonucunda Gırnavaz'ın MÖ.4000'den M.Ö 7. yüzyıla kadar sürekli olarak yerleşme alanı olduğu anlaşılmaktadır.MÖ.4000 sonlarına tarihlenen Geç Uruk Devri, Gırnavaz kalıntılarının en alt kültür tabakasını oluşturmaktadır.Bu Kültür tabakasının üzerinde yer alan Er Hanedanlar Devri Mimari tabakaları daha çok ölü gömme adetleri açısından araştırılmış ve değerlendirilmiştir. Tespit edilen mezarlara göre ölüler bu devirde eski Mezopotamya geleneklerine göre açılan çukurlara dizler karınlarına çekik olarak yatırılmakta daha sonra yakılan hafif ateşle manevi temizlik sağlanarak dünyevi ilişkiler kesilip çukurlar kapatılmaktadır.Mezar içinde şahsi eşya olarak metal silahlar, Metal süs eşyaları ve mühürler kült ve seramik kap örnekleri çok sayıda tespit edilmiştir.

Sümer Kralı Lugarzergiz MÖ.2850 yılında Akdeniz'e kadar uzandığı seferinde Mardin'i hükmü altına almıştır. Şehircilik,sulama ve tarım alanında ileri bir seviyeye ulaşan Sümerler, geniş fetihler sonucu güçlerini kaybedince 30 yıl sonra Mardin'i Akadlar'a bırakmışlardır (MÖ.2820). Akadlar,MÖ.2500 yıllarında Sümerler'le anlaşarak Akad-Sümer Devletini kurmuşlardır. Prof..Dr Ekrem Memiş'in "Eski Çağ Türkiye Tarihi" adlı kitabında: "Mezopotamya'da büyük imparatorluk vücuda getiren Sami Kökenli Akadlar'ın vesikalarından anlaşıldığına göre,MÖ.3000 sonlarında Mardin Merkez olmak üzere Güneydoğu Anadolu bölgesi ile Kuzey Mezopotamya'daki Musul ve Kerkük dolaylarında Hurriler adı ile anılan bir kavim oturuyordu" diye yazar. Mardin,MÖ.2230'lu yıllarda Elam şehri oldu. Amuri ailesinin altıncı ferdi olan Hamurabi, Sümer topraklarınıı Babil'in idaresi altına alınca bu kez de Babil Devleti'ni kurmuş, ardından Yukarı Mezopotamya'ya saldırınca Mardin'i istila ederek topraklarına katmıştır.(MÖ.2200-1925).

MÖ. 1925 yıllarında Mardin'i işgal eden Hititler bir vıl sonra şehri terketmişlerdir. İran dolaylarından gelen Ari Irkından Midiller, Mardin ve çevresini ele geçirmiştir. 500 yıl hüküm süren Midiller bilinmeyen bir sebepten Mısır'lılara vergiye bağlanmışlar ve bir Midil prensesini de Mısır Firavunu île evlendirmişlerdir. MÖ. 1367 yılında Midiller arasında iç savaş çıkmış, bunu fırsat bilen Asur Kralı Asuri Balit Mardin ve çevresini topraklarına katmıştır. MÖ. 1190'da Anadolu'dan gelen bazı Ari ırk kavimleri Mardin'i almışlardır. 60 yıl sonra I.Tıplalpalasır, Sincar, Nusaybin ve Mardin'den geçerek 20 bin Maşiki kuvvetinin Koruduğu Kemecin'e' saldırıp onları yendikten sonra Mardin ve çevresini tekrar ele geçirmiştir. MÖ.1060'da I.Asurnasırbal zamanında Hititler birleşerek Gılganuş yakınlarında Asurlular'ı yenmişlerdir.Asurluların tekrardan kuvvetlenmeleri üzerine, Mardin Asur hakimiyetine girmiştir.MÖ.800 yılına kadar Asurluların elinde kalan Mardin daha sonra Urartu Krallığı egemenliğine geçmiştir.Urartu Kralı Mimes zamanında Mardin 50 yıl Urartu idaresinde kalmıştır.

MÖ.612 yılına kadar Sityaniler,MÖ.618 yılında ise İran'dan gelen Midiler buraları ele geçirmiştir. MÖ.335 yıllarmda Büyük İskender Mısır'ı aldıktan sonra Mezopotamya'ya gelerek İran'a gitmek için Mardin'den geçer. Buraları da istila eden İskender'in MÖ.323 yılının 28 Mayıs'ında Babil'de ölümünden sonra komutanları arasında devlet pay edilir ve Mardin doğu bölümünde kaldığı için Nikanır denilen General Slevkos'un payına düşer. (MÖ.311) MÖ. 131'de Mardin ve çevresi Urfa Krallığı (Abgarlar) topraklarına katıldı. MS.249'da Roma Hükümdarı Filibos saltanatının 5.yılında bir isyan başlatıp IX. Abgar'ı memleketten kovmuştur. Şehrin Valiliğine de Hapsioğlu Uralyonos tayin edilmiştir..Bu arada Mardin'de Urfa'ya bağlı olduğu için Roma egemenliğine girmiştir. MS.250 yılında Dakiyos, Pers ülkesini zaptetmiştir.Bu sırada tahribat gören Nusaybin'i onarmıştır. 330 yılında ateşe ve güneşe tapan Şad Buhari isminde bir kral Mardin Kalesinde rahatsızlığı nedeniyle kalır. Kalede kaldığı süre içerisinde iyi olunca kendisine kasır yaptırıp 12 yıl boyunca burada yaşar. Daha sonra Kral, memleketi Pers'ten birçok asker ve sivil getirip onları Mardin'e yerleştirir.442 yılına kadar getirilen insanlar vasıtasıyla şehirde birçok gelişme olur. 442 yılında halkı kasıp kavuran amansız bir veba salgını şehri yaşanmaz hale getirir. Yaklaşık 100 sene sonra Ursiyanos adlı Romalı bir; kumandan büyük bir ekiple Mardin'i 47 yılda inşa etmeyi başarır ve halkın tekrar buraya gelmesini sağlar. Bu süre içinde Persler'in ünlü merkezleri olan Dara yeniden inşa edilmiştir. Mardin'e Bizanslar 640 yılında Hz-Ömer'in kumandanlarından İlyas Bin Ganem'in işgaline kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir. Mardin ve çevresi, 692'de Emeviler'in, 824'te Halife Memnun zamanında Abbasilerin hakimiyetine girmiştir.Bu dönemde islamiyet hızla yayılmıştır. 885-978 yılları arasında buralarda hüküm süren Hamdaniler'in kaleyi kesin olarak zaıptedişleri 895 yılına rastlar. Doğal olan kalenin bazı yerlerine surlar yaptırarak bazı yerlerini de onararak günümüze kadar dimdik kalmasını sağladılar. 990 yılında ancak Musul'da tutunabilen Hamdaniler'in topraklarını birer birer ele geçiren Mervaniler, Mardin'i zapt ederler. Mardin ve çevresinde çarşılar, camiler yaparak onarımlarla ipek yolu üzerinde bulunan bu önemli şehri ticari açıdan canlandırırlar.. Alparslan'ın Malazgirt zaferinden sonra Türkler'in Anadolu'ya ulaşan akınları neticesinde gittikçe zayıflayanı Mervaniler Devleti Nusaybin'de 1089'da Selçuklular'a yenilerek onların hakimiyeti altına girer. Artuklular'dan İl Gazi Bey Mardin'i l105'te ele geçirerek devletin başkenti yapar.Halep'i aldığı gibi Haçlılara karşı giriştiği mücadeleler dolayısıyla İl Gazi Bey büyük ün kazanır. Antakya Haçlı Prensi Roger'i yenerek Silvan'ı ele geçirir, İl Gazi' nin ölümünden sonra oğulları ve yeğenleri devletin basına geçerek Diyarbakır, Harput Kalesi ve civarına hakim olup, Haçlıları, Frankları, Urfa Kontu'nu, Bilecik Haçlı Senyör'ünü ve Kudüs Kralı Bodven'i yenerek büyük başarı kazanırlar. Böylece Artuklular bölgede büyük devlet kurarlar. Bu devletin 304 yıllık egemenliği sürecinde çok sayıda tarihi camii, Medrese, hamam ve kervansaray yapılmış, birçok cami, medrese ve manastır onarılmıştır.

Timur, Artuklular döneminde 1393'te Mardin Kalesini kuşatıp işgal etmeye çalışsa da başarılı olamaz. Timur 1395 yılının Ramazan ayında Mardin'i almak için yeni bir kuşatma hazırlıklarına Kızıltepe'de otağı kurarak başlar. Mardin halkı kaleye sığınarak Timur'un şiddetli hücumlarına karşı koymak suretiyle o zamanın en büyük ordusu ve hükümdarlarını başarısızlığa uğratmıştır. Artuklular halkın bu başarısından dolayı Mardin'i onarma faaliyetine girişirler.15.yüzyılda güçlenen Karakoyunlular'ın bu devleti ortadan kaldırmak için Mardin'i 2 ikili kuşatması bu girişimleri aksatır. 1409'da halk bu kuşatmaya daha fazla dayanamayarak yapılan anlaşma gereği şehrin kalesini Karakoyunlulara teslim eder. Mardin Karakoyunlular'ın egemenliğinde 61 yıl kalır. Bu süreç içerisinde aşiretler ayaklanarak Karakoyunluların rejimine karşı koyarlar ve devleti zaman zaman ele geçirirler. Karakoyunluları 1462 yılında yenen Akkoyunlular kalenin egemenliğini de ele geçirirler. Bu dönemde Mardin'e Paşa olarak gelen Kasım Bey, Timur'un yakıp yıktığı şehri ve kaleyi onarmaya girişir. Bu çalışmasının ve başarısını taçlandıran bu güne kadar ihtişamla ayakta durmayı başaran ve tarihe meydan okuyan Kasın Paşa Medresesini yaptırır. 16.yüzyılın başında Akkovunlular'ı egemenliğine alan Şahı İsmail güçlü bir Şii devleti kurmayı başarır. Bu dönemde Anadolu'ya girip Şiiliği kabul etmeyenleri zalimce öldürmekten geri kalmaz. Bu durumu gören Mardin hakimi, şehri zulme ve yağmaya karşı, halkı korumak için kalenin anahtarını kan dökmeden Şah İsmail'e teslim eder. . Mardin'in kesin olarak Osmanlılar'ın eline geçmesi Mısır seferini düzenleyen Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleşmiştir. Diyarbakır (Amid) Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa ve Kürt Bilgini İdris-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim'in emriyle 1516'da Mardin ve kalesini dokuz aydan fazla kuşatmış, çeşitli illerden gönderilen Osmanlı takviye kuvvetleri, Doğu Anadolu'dan gelen Kürt Beylerinin kuvvetleriyle birleşerek kaleye defalarca saldırılar düzenlemiştir. Ancak halkın kahramanca karşı koyması iki tarafında zor günler geçirmesine neden olmuştur. Kartal Yuvasına yardım beklentisi boşa çıkınca Bıyıklı Mehmet Paşa ve İdris-i Bitlisi 7 Nisan l5l7"de Mısır'da bulunan Yavuz Sultan Selim'e kaleye girmiş olduklarının müjdesini vererek Osmanlı Devletinin ilk halifesini çok sevindirmişlerdir. 1517 yılında Mardin ve yöresi Osmanlı topraklarına katılmış, bir sancak durumunda Diyarbakır Beylerbeyliğine bağlanmıştır. 1518''de Mardin Sancağı: Merkez kazası ile Savur ve Nusaybin nahiyelerinden oluşuyordu. Mardin, uzun müddet Diyarbakır-Bağdat ve Musul'un Sancağı durumunda kalmıştır. Mardin sancağında halk: Göçebe ve yerleşik olarak iki bölüme ayrılmaktaydı. Yerleşik halk inançları açısından: Yahudiler, Hıristiyanlar (Ermeniler, Süryaniler ve Keldaniler),Müslümanlar ve bir kısım Şemsilerden (Güneşe tapanlar) oluşuyordu.


Mardinden Resimler :
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:

Morwena

Buralıyım
Kayıt
16 Nisan 2007
Mesajlar
4.355
Beğeniler
0
Erzurum Tarihi

Erzurum, günümüze kadar Theodosiopolis, Karin, Kalikala, Karnoi Kal(gh) ak gibi isimler altında anılmıştır. Şimdiki adıolan Erzurum ise, Erzen el-Rum'dan türemiştir. Anlamı ''Roma arazisindeki Erzen'dir. Diğer bir rivayete göre Erzurum kelimesi Arz-ı Rum yanı Bizans ülkesinden meydana gelmiştir. Selçuklu paraları üzerinde şehrin adı Erzen el-Rum, Arzan-ı Rum ve Arz-ı Rum'dur.xvıı.yy'in büyük Türk gezginlerinden olup, Erzurum'da görevle kısa bir müddet ikamet eden Evliya Çelebi, şehrin adı ile ilgili olarak şunları yazmaktadır:''Erzen-i Rum yani Erzurum. Bazıları Erzurum da der. Azerbaycan civarinda geniş bir eyalettir.Bazı tarihlerde Nuşirevan-i Adil tarafından kurulmuş denirsede doğrusu Akçakoyunlu padişahlarindan Gündüzbayoğlu Soktar oğlu Erzenbay tarafindan yapıldığıdır''. Jean Babtist Tavernier, Th.Ch. Fleurian. J.Brant, H.W. Dowe, HSuter, E.Smith, W.F. Ainsworth, J. Taylor, H.Tozer, H.F.B. Lynch ve C.F. Lehmann-Haupt gibi gezginler Erzurum hakkında önemli bilgiler vermekte, gördüklerini kendi fikirlerine göre ifade etmektedir.

Erzurum ve çevresi oldukça eski bir geçmişe sahiptir. Karaz, Kırmızıtaş, Güzelova, Pulur, Sos, ve daha çok yerde eski yerleşme alanları bulunmuştur. Atatürk Üniversitesi tarafından Hasan Kale'de yapılan ve halen devam etmekte olan kazılara göre, tarih öncesi devirlere ait kalıntılar ortaya çikarılmış ve çıkarılmaktadır. Urartu çağına ait kalıntılara da rastlanılmaktadır.

Şimdiki Erzurum, ovanın doğusunda bir tepe üzerindedir. Bu durumu ile Bolu'ya, Ilıca yönunden bakıldığında ise Manisaya benzemektedir. Tarih boyunca Med, Pers ve Sasani istilalarına uğrayan Erzurum, askeri ihtiyaçlar göz onünede tutularak, burada inşa edilmiştir. Özellikle, doğu politikasina ister istemez büyük önem veren Bizanslilar, Karaz'daki yerleşme alanını terk ederek, dağlara daha yakın olan tepede, Theodosiopolis kalesini inşa etmişlerdir. İran'dan devamli akınlarin ilk uğrak noktası olan kale, Anatolius'un emri ile 415-422 tarihleri arasinda vucuda getirilmiştir. Ancak çok tahribat gören kalenin bu devre ait hiç bir kalinti kalmamiştir. Türk devresine ait yapilar şehre hakim olmuştur. Dış istilalar yanında dini mücadeler de Theodosiopolis'de büyük etkiler yapmiş, Ermeni ve Rumlar arasında devamlı fikir ayriliği bazen büyük sürtüşmelere sebebiyet vermiştir. Bizanlilar Ortodoksluğu, Ermeniler de Gregoryenliği şehirde hakim kılmaya gayret etmişlerdir. Kiliselerdeki ilk ayrilik, tabiariyla halk arasında da hizipleşmeyi sürekli olarak lörüklemiştir. Hiristiyanlik bu durumda iken, doğudan Sasani hegemonyası da Theodosiopolis'i sık sık tehdit etmiştir. Meydana gelen sınır değişmeleri, E.Honigmann'ın ''Bizans'ın Doğu sınırı'' nda bahis konusu edilmiş, bundanda anlaşildığına göre, Erzurum pek kısa aralıklarla Bizans hakimiyetinden çikmiştır. Doğuya ve batıya akan büyük akarsuların kaynakları da erzurum arazisinde idi. İslami yaymaya çalişan Araplar da gazalarını diğer istilacilar gibi bu bölgeye tevcih etmişler, 651'de ilk defa şehir önlerinde gönünmüşlerdi. halkın Saresen dediği bu müslümanların başinda Habib b. Mesleme bulunmakta idi ve islam kumandanı az sonra Erzurumu'da ele geçirmiştir. 653'de, Bizans imparatoru Konstantios, doğudaki bu şehri kurtarmak için bir sefer yaptı ve arapları şehirden çikardı. Muaviye zamanında, murabit denen 2000 kişi burada iskan edilmiştir. 686'da Bizanslı General Leontios, 700'de de Halife Abd el-Melik'in oğlu Abdullah, Erzurum'da hakimiyet sürdüler. 753'de Bizanslilar Theodosiopolis'i tekrar ele geçirdiler. Abbas isimli bir Abbasi kumandanı şehri kuşatmiş ise de, kışın yaklaşması üzerine muhasarayı kaldırmak zorunda kalmiştır. 770-772 yıllarında Erzurum'da isyan patlak vermiş,Ermenilerin ayaklanması güçlükle Amir b. İsmail tarafından bastırılmıştır.

Erzurum ve çevresi arazi yapısı açısından talihsiz bir bölge idi. Büyük bir fay hattı buradan geçmekte ve doğuya doğru uzanmakta idi. Devamlı depremler, hem insan ve hem de yapılar açısından büyük kayıplara meydan vermekteydi. Tarih kaynaklarından ilk tespit edilen yer sarsıntısı 840 yılında meydana gelmiş, Bizans imparatorlarının ve bazı islam fatihlerinin yaptırdığı binalar yerle bir olmuştur. Doğudaki Bizans varlığını Erzurum'da tutmak isteyen imparatorlar, Arapları devamlı surette tehdit ettiler. Katakalon ve İoannis Kurkuas, haçın Hilal karşısında üstünlüğünü sağlamak için mücadele edip durdular.923'deki şiddetli bir Bizans kuşatması, Muhammed b. Nasr el-Hacib'in zamanında yardıma koşması ile önlendi. 949'da İonnis Çimiskes Erzurum'u kalabalık bir Bizans kuvveti ile kuşattı ve Arapların savunduğu yüksek, tahkimi savunma kulelerini yıkarak sehri ele geçirmiştir. Taraflar arasındaki sürekli savaşlara rağmen Erzurum, Suriyeli, Iranlı, Ermeni ve diğer milletlere mensup tüccarların faaliyet gösterdiği yerdi. Bundan da, arz ettiği stratejik durumun büyük önemi vardi

Gazneliler ve Selçuklular arasındaki siyası çekişmenin de Erzurum tarihinde rol oynadığı görülmektedir. Ceyhun'un batısına itilen Türkler, Rey ve Azerbaycan üzerinden ilk defa Kur-Aras vadisine girmişlerdir. Türkler bunları sıkıştırdıkça, onlarda Bizans'ı rahatsız ediyorlardı. Istanbul'daki Bizans imparatorları, doğudaki valilerden aldıkları raporlar üzerine, önemli mezhep farkı bulunan ve emniyetleri için tehlikeli gördükleri Ermenileri daha iç yörelere zorla göç ettirdiler. Tampon bölgenin boşalması sırasında ilk defa Bizanslılar Türklerle karşı karşıyageldiler ve böylece Erzurum'un tarihinde yeni bir dönem açılmıştır.

1048 veya 1049'da Bizans kaynaklarının Skyth veya Tazik dedikleri Türkler, Selçuklular Erzurum'a doğru harekata geçtiler. Sultan Tuğrul verdiği emirle amcası, oğlu İbrahim Yinal ve Kutlamış'ı yeni gaza ucuna yolladı. Bu Türk gazileriTheodosiopolis kalesine (şimdiki şehrin bulunduğu yer) uğramadan, Karaz'a hücum etti. Geniş bir ovanın kuzey-batısında, Euphrates'in yukarı kolunun aktiği araziye yakın yerde bulunan Karaz, o devirde oldukça kalabalık bir şehirdi. Selçuklulara önceden pek önem vermeyen Karazlılar, İbrahim Bey'in muhasaraya başlaması üzerine şehre çekilmiş ve sonrada şavaşa mecbur kalmişlardı. Az sonra şiddetli bir rüzgarın patlak vermesinden faydalanan Selçuklular, yağlı paçavralar ile Karaz'da büyük bir yangın çikarttılar. Bu olayi Karaz'ın sonu oldu ve muhasaradan canını kurtarabilen ahalisi güçlükle asıl kalenın bulunduğu Theodosiopolis'e sığınabildi. 1054 yılında Anadolu seferine çıkan Tuğrul Bey, Pasin'i geçtikten sonra, Erzurum ovasına hakim olan bir tepeye bizzat çıkmış ve kalenin durumunu gözetlemiştir. Theodosiopolis, 1071'de yinehareketli idi. Zira Nuhun Gemisini andıran bir ordu ile imparator Romanos Diodenes, şehre gelmiş ve ikmal hazırlıklarını tamamlayarak Malazgir'e doğru yürüyüşe geçmiştir. Şehirdeki Bizanslılar, imparatoru son defa, bir daha görmemek için üzere uğurluyorlardı. 26 Ağustos 1071' de büyük Türk zaferi, Theodosiopolis'deki Bizans'ın son günleri oldu. Az sonra Türkler Erzurumu ele geçirecekler, Bizans'ın tek taraflı barışı bozmaları üzerine Ege sahillerine kadar gideceklerdir. Erzurum'un nasıl ve ne syrette Selçuklu hakimiyetine geçtiği bilinmemektedir ve bu tarihi zaman parçası maalesef çok karanlık kalmaktadır. 1071-1202 tarihleri arasında Saltuklu Beyliği bu şehre İslami Türk karakteri vermiştir. Beyliğin kurucusu Ebu'l-Kasım Saltuk'tur. Bir rivayete göre burası ile doğunun önemli bir kısmı Alp Arslan tarafından ıkta olarak Saltuk Beyi'ne verilmişti. Baybud, Tercan, İspir, Oltu, Micingird, Koçmaz ve daha birçok kasaba Erzurum'a bağlanmış ve Saltuklu Türkleri tarafından yöneltilmiştir.

Saltuk'un oğlu Emir Ali, 1102-3' de, erzurum hakimidir. Kadı Ahmed'in ''el-Veled uş-Şefik'' indeki Kaım b. Ali'nın, Ali b. Kasım olması gerekmektedir. O, Irak'tan dönüp Erzer-er-Rum denilen Kalikala şehrini aldı kaydı tine bu kaynakta görülmekte ve karanık bir olay gün işiğina çıkarılmaktadır. 1116' da Gürcü kralı David, Saltukluların büyük rakibi olarak ortaya çıkmış ve Pasin Ovası'na kadar ilerleyerek Erzurum'u tehdit etmiştir. Onun çok sayıda Türk'ü öldürdüğü ve yeri yakıp yıktığı Gürcü kaynağı tarafından belirtilmektedir. Artukoğlu İl-Gazi, 1121'de Erzen Beyi Toğan Arslan ile Erzurum'a gelmiş ve Emir Ali'yi de beraberlerine alarak, Tiflis'e kadar bir intikam seferi düzenlemiştir. 1124'te Gürcüler, İspir ve Pasin ovası'na kadar bir karşı akın yaptılar ve bu defaki yürüyüşleri de çok kanlı bir şekilde sonuçlanmıştır. Emir Ali, günümüze kadar bazı değişikliklere uğrayarak kalan Tepsi Minare (saat kulesi)'yi inşa ettirmiştir. Kitabesinde ''Şems el-Mül^ük ve's-Selatin Emir İnanç Yabgu Alp Tuğrul Beğ Ebu'l-Muzaffer Gazi b.Ebu'l-Kasım'' yazısı görülmekte ve bu da Saltuklular'ın eski Türk an'anesine sıkıca bağlı olduklarını göstermektedir. Saltuklular'dan İzz ed-Din, 1168'e kadar saltanat sürmüştür. Onun hakimiyeti esnasında, Azimi'nin yazdığı gibi büyük bir deprem, 1145'de Erzurum'da büyük kayıplara sebebiyet vermiştir. Saltuklu Nasır ed-Din Muhammed'den sonra, 1191'de tahta Mama Hatun geçmiştir. o, ''el-Feth ül-Kussi'' isimli kaynakta da belirtiği üzere, erzurum askeri ile selçuklu heybetinde Ahlata gitmiştir. Tercan'daki türbe ve kervansaray bu hanım tarafından yaptırılmıştır. 1193'de Gürcüler bir kere daha Erzurum önlerinde görüldüler. Erzurum halkı bu olaydan çok etkilenmiş ve '' bu felaket bize nereden geldi. Memleketimizde hiç bir zaman Hiristiyan görmemiştik'' diye şikayetçi olmuştur.

Saltuklu egemenlii 1202'de sona erdi ve Selçuklular Rükned-Din Süleyman Şaah'ın gayretleri ile Erzurum'a sahip olular.

Paralardan öğrenildiğine göre Mugis ed-Din Tuğrul Şahmelik olarak burada göreve başlamış, 1225 yılına kadar kendi başına yöreyi yönetmiştir. 1225-1230 arasında oğlu Cihanşah Erzurum'da bulunmuş, bu sıralarda belirmeye başlayan Konya hakimiyeti Erzurum'u da içine amıştır.Haezemşahlar ile olan yakın ilişkiler Selçuklu Sultanı Ala ed-Din Keykubad'in dikkatini Erzurum ve çevresi üzerine çekmiştir. O, Moğol tehlikesinin ufuklarda görünüşünden az zaman önce Erzurum'u ele geçirmiş ve cihan Şah'ın bağişlanma isteğini kabul etmiştir. 1242'de Moğollar erzurum önlerine geldiler ve Baycu Noyan idaresinde şehri kuşattılar. Sü Başı sınan ed-Din Yakut ümitsiz bir şekilde bu sınır kalesini savundu ise de, Şeref ed-Din Duvin isimli birinin ihaneti sonunda mağlup olmuştur. Osman Turan'a göre ''Erzurum Moğol istilasının ilk kurbanı olmuş ve Moğollar Türkiye'yi istıla kapısını artık açmışlardır''. 1255'de Nahcivan-Erzncan yolculuğusırasında Erzrum'a da uğrayan Rahib Guillaume de Rubrauck, burasını güzel bir olarak tasvir eder. 1297'de Naib Mucir ed-Din Emir Şah ve maiyeti Erzurum'a kötü günler yaşatmışlar ve halktan zorla ağır verdiler tahsil etmişlerdir. Selçukluların 1308' de yıkılması ile ilhanlı nüfuzu kendisini gitikçe hissettirmişir. Çünkü başkent tebriz'i batıya ve denize bağlayan önemli yollar bu şsehirden geçmekteidi. Hace Yakut, kendi adı ile anılan bir medrese yaptırmış ve şehri güzelleştirmiştir (1310). 1336/7'de Erzurumu ziyaret eden İbn Battula, iki Türk kabilesinin rekabet halinde yaşadığını yazmaktadır. O tarihte Erzurum'un en yaşlı ahalisi Tuman idi ve o halsiz oluşuna rağmen İbn Battuta'yı üç gün gelenek icabı misafir etmiştir. Emir Hacı Togay ve Hasan gibi beyler de kendi Türkmenlerine dayanarak Erzurum'da hakimiyet tesis etmişlerdir. Sonuncusu kendi adı ile söylenen Hasan Kalesi'ni inşa etmiş ve Erzurum'u doğudan gelecek baskılara karşı korumuştur. 1340'da Sulduz aşiretinin büyük liderlerinden Çoban'ın Togaylılarla sert mücadelesi yine Erzurum çevresini kana boyamıştır. 1360' da batıdan doğuya genişleyen Eretnalilar Erzurum'u ele geçirdiler. İki yıl sonra da bu hakimiyetin hala devam ettiğini bilmekteyiz. 1377'den az önce de Türe Beğ isimli biri Erzurum hakimidir. 1385'de Karakoyunlu Mehmed Erzurum'da saltanat sürmekte idi. Mavera ün-Nehr ve Iran'ı ele geçiren Temürlenk Kara Mehmet oğlu Mısır Hoca'yı Avnik kalesinde mühasara etmiş ve sonra da Erzurum'u ele geçirmiştir. 1400 ve 1402'de Temürlenk Erzurum'dan geçmiş Ankara Meydan Muharebesi sonunda gerçekleştirdiği Anadolu harekatı dönüşünde kısa bir müddet şehri şereflendirmiştir. Temürlenk burasını önce Mutahhartan'a verdi. Daha sonra da Ali isimli Türkmeni idareci tayin etmiştir. İspanyol kralı adına Semerkand'a gitmekte olan elçilik heyetinde bulunan Ruj Gonzales Klavijo, seyahati sırasında şehirde kalmış ve kısa tasvirde bulunmuştur. Ona göre Erzurum Ali Bey tarafından yönetilmekte ve bir kısım Ermeni de burada yaşamakta idi. Şahruh zamanında erzurum yine birçok olaylara sahne oldu. Kara Yülük olayı uzun müddet halkın hafıizasından silinmedi. 1454 ve 1456'da Uzun Hasan. erzurum havalisine akınlar tertip etti. Safavilerin meşhur şahlarından İsmailde 1499'da Erzurum'dan geçmiş ve 1502'de Sultan Elvend'i bozguna uğratmıştır. Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına dahil edilen Erzurum, Safavilerle yapılan savaşlarda da eski tarihi önemini korumuştur. xvıı yy. kaynaklarına göre Paşa sancağı olarak, Şarki Karahisar, Kığı, Hınıs, yukarı Pasin, Malazgird, Tekman, Kız-Uçan, İspir, Tortum, Namervan ve Micingerd sancaklarından meydana gelen beylerleyliği yapılmıştı. 1540 tarihli erzurum Kanunnamesi idari yapı açısından son derece önemlidir. Osmanlı devrinde şehir, Anadolu ve Karadeniz'den doğuya, Iran'a kadar giden büyük askeri ve ticaret yolu üzerinde bulunması sebebi ile de ordunun toplandığı ve dayandığı yerdi. Lala Mustafa, Sinan, Ferhad ve Özdemiroğlu Osman Paşa'ların doğu harpleri esnasında Erzurum'u üs olarak kullandıkları belirtmektedir. Abaza Mehmed Paşa'nın meşhur isyanı, Osmanlı dünyasının gözlerini buraya dikmesine neden olmuştur. (1622). ıv. Murad 1635'de Erzurum'a gelmiş ve Ilıca'dan sonra törenle karşılanmıştır. Revan seferi dolayısıyla Erzurum ve çevresinde hissedilir imar faaliyetleri görülmüş olup, bunu ıv. Murad 'ın verdiği kesin emirlere borçludur.

XIX.yy'da Erzurum tarihinde yeni bir sahife açılmıştır. O zamana kadar şehri tehdit eden ıran tehlikesi, bu tarihten itibaren yerini Hiristiyan Ruslara bırakmıştır. Çar Deli Petro'nun vasiyeti gereği sıcak denizlere inmek isteyen Çarlık Rusyası, Kafkas hakimiyetinin sağlanmasından sonra, ilk defa 1828de, Anadolu'nun doğusuna saldırdı. Yeni Köy Savaşı'nı kazanan Gnl.Paskeviç erzurum'u ele geçirdi. 14 Eylül 1829 Edirne Barışı üzerine Rus ordusu Erzurum'dan çekildi. 1853-1855'de Edirne Barışı üzerine Rus ordusu Erzurum'dan çelildi. 1853-1855'de tekrar Rus tehlikesi Kars'tan sonra Erzurum'u tehdit etmiştir. Osmanlı Hükümeti doğudaki bu büyük tehlike üzerine Erzurum' daha tahkimli hale getirdi ve tabyalar yaptırdı. 1877-8 Osmmanlı Rus Harbinde, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Erzurum'u Ruslara karşı savundu ve 8-9 kasım 1877'de yapılan Aziziye Baskını'nı halkın yardımı ile geri püskürttü. Bu hadilerde ermenilerin ihaneti belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Son savaşta, Osmanlı Devletinin gelecekteki dayanak noktasının Erzurum olduğu daha iyiy anlaşılmıştır. Rus çekilmesinden sonra Erzurum bazı ekonomik krizlerin esir oldu. Hayvan vergisi sebebi ile halk arasında hoşnutsuzluk belirmiş ve hükümete karşı tepkiler meydana gelmiştir. Bu harekat, Meşrutiyet rejimi içib ilk adım sayılmış ve Canveren Derneği tarih rolünü ifade etmiştir. Erzurum, 1. Dünya savaşın'da Türk askeri harekatının yine merkezidir. Sarıkamış başarısızlığı üzerine 16 Şubat 1916'da Ruslar, yine bir ihanet sonucu Erzurumu ele geçirdiler. Son vali Tahsin Bey,Bab-ı Ali'yeçektiği telgrafla bu serhad ve gaziler, şehidler diyarının bir an evvel tekrar şanlı bayrağımıza kavuşturulmasını vurgulamıştır. Erzurum, Ermeni vahşetinin kol gezdiği iki yıllık kara günleri yaşadı. 12 mart 1918'de 1.kafkas kolordusu Komutanı Alb.Kazım Karabekir tarafından kurtarıldı.
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:

Morwena

Buralıyım
Kayıt
16 Nisan 2007
Mesajlar
4.355
Beğeniler
0
ewt katılımcı arkadaşlar çoğaldı bu arada senin de çalışmalarını görmekten gurur duyarız Cool
 

StarkDrache

Bilgiliyim
Kayıt
13 Mayıs 2007
Mesajlar
2.956
Beğeniler
0
Şehir
Kuzey Yarım Küre
ÇORUH NEHRİ

Çoruh Nehri, dünyanın en hızlı akan nehirlerinden biri olup, Artvin ilinin en büyük akarsuyudur. İldeki hemen hemen bütün çay ve dereler Çoruh’un kollarını oluştururlar.

Kaynağını Mescid Dağı'nın (3.255 m) batı yüzünden alır. Önce batı doğrultusunda akıp [ERZURUM İSPİR ]’den geçtikten sonra bir yay çizerek . Yusufeli'nin Yokuşlu köyü önünde Artvin il sınırlarına girer. Yusufeli, Artvin ve Borçka’nın içerisinden geçtikten sonra Borçka’nın Muratlı kasabasından geçerek burada il ve ülke sınırlarını terk eder ve Batum’da Karadeniz’e dökülür. Toplam uzunluğu 376 km olan Çoruh Nehrinin il sınırları içerisindeki uzunluğu 150 km olup 100 km'si Yusufeli sınırları içerisinde seyreder. Çoruh’un debisi Mayıs ayında (569/529 m3/sn.) zirveye çıkar. Yıl boyunca en düşük debisi ise 53.09 m3/sn.’dir. Eğim %5’tir.

Çoruh Nehri'nde başta sazan ve kefal olmak üzere birkaç balık türü bulunur. Nehrin Yusufeli sınırları içerisinde seyreden 100 kilometrelik kısmı raftig ve kano gibi su sporları için en uygun ve en zorlu parkurları meydana getirmiştir.

Hakkında Bir Kaç Resim ;

-Resim Silinmiş.
-Resim Silinmiş.
-Resim Silinmiş.
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:

Morwena

Buralıyım
Kayıt
16 Nisan 2007
Mesajlar
4.355
Beğeniler
0
Fırat Nehrinin Tarihçesi

Fırat nehri, Türkiye'nin en verimli ve su potansiyeli en yüksek ırmağı.

Siverek ilçesi, Dağbaşı Bucağı yakınındaki Maktalan civarında Şanlıurfa topraklarına giren Fırat nehri Adıyaman ve Gaziantep il sınırını belirledikten sonra Suriye, daha sonra Irak topraklarına girer. Irak'ta denize uzak olmayan bir noktada Dicle Nehri ile birleşerek Şatt'ul Arab'ı oluşturur ve Basra Körfezi'ne dökülür. Nehrin en önemli kolları Murat, Karasu, Tohma, Peri, Çaltı ve Munzur Çayları'dır.

Toplam uzunluğu 2.800 km ile Türkiye sınırları içinde kalan bölümün uzunluğu ise 971 km'dir. 720.000 km² su toplama havzasına sahiptir. Fırat Nehri'nin rejimi Türkiye'deki diğer akarsulara göre daha düzenlidir. Mart ile Haziran ayları arasında yavaş yavaş kabarır, Temmuz ile Ocak ayları arasında çekilmiş olmasına rağmen yine de bol su akışı olur.

Nehir üzerine Türkiye’nin en büyük barajları inşa edilmiştir. Bu barajlardan Keban, Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış Barajları tamamlanmıştır. Ayrıca Fırat'ın suyu inşa edilen 2 adet Şanlıurfa tüneli de Harran Ovası ve çevresine yıllardan beri suya hasret topraklara suyu ulaştırmıştır.

firatgecit.jpg


kazialanigenel2.jpg
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:

Morwena

Buralıyım
Kayıt
16 Nisan 2007
Mesajlar
4.355
Beğeniler
0
TRABZONUN TARİHÇESİ

Çok eski geçmişe sahip olan Trabzon, 1461 yılında Fatih Sutan Mehmet tarafından fethedilerek Osmanlı İmparatorluğuna katılmıştır.
Yavuz Sultan Selim'in Valilik yaptığı, Kanuni Sultan Süleyman'ın doğduğu Trabzon, 1868 yılında Vilayet olmuştur.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK'ün 3 kez ziyaret ettiği İlimiz, bugün de sosyal, ekonomik ve kültürel bir merkez konumundadır.......


-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kent merkezi kuzeyde denizden, güneyde Boztepe'nin üzerine kadar düzgün olmayan teraslar halinde yükselir. Değirmendere, Kuzgundere (ya da Tabakhane) ve Zağnos dereleri yerleşimi güneyden kuzeye derin boğazlarla bölmüştür. Tabakhane ve Zağnos dereleri arasında kalan ve düzgün olmayan yüksek bir masa formundaki alan üzerinde, kentin bilinen eneski yerleşim kalıntıları tespit edilmiştir. İşte bu nedenle Trabzon adının eski Grekçe masa ya da trapez/yamuk biçimi karşılığı olarak "trapezos" kelimesinden geldiği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Trabzon adına, Trapezos olarak ilk kez, Yunanlı komutan Kesnophon tarafından kaleme alınan, M.Ö. 4. Yüzyılda geçen olayların anlatıldığı "Anabasis" adlı antik kaynakta rastlanmaktadır.

İyon kökenli Miletoslular Batı Anadolu'dan sonra M.Ö. 7. Yüzyılda Karadeniz'e de gelerek kıyılarda koloni kentleri kurmuşlardır. Trabzon da, merkezi Sinop olan bu kolonilerin arasında sayılmaktadır ve birçok araştırmacı, kentin ilk kuruluşu olarak bu dönemi göstermektedir. Oysa Kolkhlar, Driller, Makronlar gibi yerli kavimler Trabzon civarında çok daha önceden beri yaşamaktaydılar.

Aynı yüzyılda Karadeniz Bölgesi Kafkasya'dan gelen Kimmerler ve onların ardından İskitlerin akınlarına uğramıştır. Ancak bu akımların kolonilerin kuruluşundan önce mi yoksa sonra mı olduğu konusu tartışmalıdır. M.Ö. 6. Yüzyılda ise Trabzon Perslerin egemenliğine girerek, Pont Kapadokyası adı verilen satraplık içinde kalmıştır.

Makedonya Kralı Büyük İskender M.Ö. 334 yılında tüm Anadolu'da Pers hakimiyetine son vermiştir.

İskender'in ani ölümünden sonra oluşan karışıklık sırasında Pont satrabı II. Ariantes'in oğlu Mithridates, yerli halkın desteğiyle Karadeniz'de Pontus Devletini kurmuştur. Trabzon, M.Ö. 280 yılında merkezi Amasya olan Pontus devletinin sınırları içinde kalmıştır.

M.Ö. I. Yüzyılda batıda güçlenen Romalılar Anadolu'yu da işgal etmeye başlamışlardır. Roma kralı Pompeius'un Pontus Kralı V. Mithridates'i Kelkit vadisinde bozguna uğratması üzerine Pontus Krallığı dağılmıştır. Böylece Trabzon , M.Ö. 66 yılında Roma yönetimine girmiştir. Roma'da Avgustus'la birlikte M.Ö. 27 yılındanitibaren imparatorluk dönemi başlamıştır. Avgustus'un idari düzenlemesi sonucu Trabzon, Pontus Polemoniacus adı verilen vasallık içinde yer almış, İmparator Tiberius zamanında (M.S. 14-37), diğer bir idare bölüm olan Kapadokya Eyaleti sınırları içinde kalmıştır. İmparator Nero döneminde ise (54-68) serbest kent olma ayrıcalığına kavuşturulmuştur. Trabzon bu dönemde "ünlü" ve "zengin" kent tanımlamasıyla tarihçilerin kitaplarında yer alır. Roma İmparatorluğunun doğu sınırının savunmasına önem veren Vespasian zamanında (69-79) Trabzon, Kapadokya -Galatya Eyaletine dahil edilmiştir.

Ünlü Roma İmparatoru Hadrian Döneminde (117-138) tüm imparatorlukta olduğu gibi Trabzon'da da önemli imar etkinliklerinde bulunulmuş, birçok dini ve askeri binalar ile yollar, su kemerleri ve yakın zamana kadar kalıntıları görülebilen yapay bir liman inşa edilmiştir Hadrian'dan sonra Trabzon'un parlak dönemi sona ermiş, 244 yılında para basma yetkisi elinden alınmıştır. Roma Döneminde basılan Trabzon sikkelerinin ön yüzlerindeRoma İmparatorlarının büstü olmakla birlikte, arka yüzlerinde Pontus Krallığı döneminden beri süregelen kendi mitolojik figürlerine yer verilmiş ve Grekçe yazı kullanılmıştır.

Trabzon, 276 yılında tüm Doğu Karadeniz Bölgesine akınlar yapan Gotların saldırısına uğramış, bu saldırıda tüm kent yakılıp yıkılmıştır. Roma İmparatorluğunun son dönemlerinde 4. Yüzyılın başında Diocletian Maximian, Constantinius ve Galerius'tan oluşan dörtlü idare zamanında Trabzon'da yeniden bir takım imar etkinliklerinde bulunulduğunu Trabzon Müzesindeki Latince bir kitabeden anlıyoruz.

Roma İmparatorluğu 395 yılında ikiye ayrılınca Trabzon, merkezi İstanbul olan Doğu Roma / Bizans İmparatorluğunun sınırları içinde kalmıştır. Bizans İmparatoru Justinianus (527-564) Trabzon'da kent surlarını restore ettirerek yeni bir imar etkinliğini başlatmıştır. Heraclius zamanında (610-641) imparatorluk askeri bölgelere ayrılmaya başlanmış, Trabzon, Teophilos zamanında (829-842) kurulan Khaldia Temasının merkezi olmuştur.

Müslüman Araplar 8. Yüzyılın başlarından itibaren Anadolu'ya düzenledikleri baskınlarda Doğu Karadeniz ve Trabzon'a gelmişlerdir.

Bizans İmparatorluğunun 1204 de IV. Haçlı seferleriyle gelen Latinlerin eline geçmesi üzerine, imparator I. Andronikos Komnenos'un İstanbul'dan kaçan torunları Alexios ve David, Gürcü Kraliçesi Tamara'nın da yardımıyla Trabzon'da 1204 yılında bağımsız olarak Komnenos Krallığını kurmuşlardır. Anadolu Selçukluları ile evlilik bağı oluşturarak ve vergi ödeyerek siyasi varlıklarını sürdürebilen Komnenos Krallığı, I. Manuel Komnenos zamanında (1238-1265) en parlak dönemini yaşamıştır. Gümüşhane'deki gümüş madenlerinin etkisiyle de ekonomik olarak güçlenen Manuel I'in sikkeleri üzerinde "en mutlu" ünvanı yer almaktadır.

I. Bayezid'in 1398 de Samsun yöresini almasından sonra Trabzon Komnenos Krallığı Osmanlı Devletine yıllık vergi ödemek zorunda bırakılmıştır. David Komnenos, iktidarı döneminde (1458-1461) vergi ödemeyi durdurarak, önceden ödediklerini de Akkoyunlu Devleti Sultanı Uzun Hasan aracılığıyla geri istemiş, Osmanlılara karşı Avrupa'daki büyük devletlere ittifak önerisinde bulunmuştur. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet'in öncülüğündeki Osmanlı Kuvvetleri Bölgeyi kuşatarak, 1461 yılında Trabzon'u ele geçirmiş ve Komnenosların egemenliğine son vermiştir.

Trabzon, Osmanlı Döneminde önce eyalet ve sancak olarak şehzade ve mutasarrıflar tarafından idare edilmiştir. İlk sancak beyi Hızır Bey'dir. 1470 yılında sancak beyliği küçük yaşta Şehzade Abdullah'a verilmiş; Abdullah, annesi Şirin Hatunla birlikte 1479 yılına kadar Trabzon'da yaşamıştır. Yavuz Sultan Selim de şehzadeliği sırasında (1491-1512) Trabzon'da Sancak Beyi olarak bulunmuş, sonradan Kanuni ünvanı alacak olan oğlu Sultan Süleyman burada doğmuştur.

Trabzon 16. yüzyılda, merkezi Batum olan Lazistan Sancağı ile birleştirilerek eyalete dönüştürülmüş ve bu yeni idari birimin merkezi olmuştur. 1867 yılında Trabzon'da büyük bir yangın çıkmış, bir çok kamu binası da bu sırada yanmış ve kent daha sonra yeniden düzenlenmiştir. 1868 yılında vilayet olmuş, merkez sancağı dışında Lazistan, Gümüşhane, Canik Sancakları da buraya bağlanmıştır.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ruslar Trabzon'a saldırır (14 Nisan 1916). Trabzonlulardan oluşan vurucu güçler (Milis), bu saldırı sırasında gerilla savaşı verirler. Bu sıralarda, cepheye gönderilmek üzere Hamidiye Zırhlısının desteğinde Trabzon Limanına gelen cephane Trabzonlu gençlerce büyük bir heyecan içinde boşaltılıp Maçka'ya taşınır.

Çaykara'da Sultan Murat Yaylasında (10 Haziran 1916), Of'ta Baltacı, Arsin'de Yanbolu Derelerinde Ruslara karşı başarılı savaşlar verilmiş, ancak o yıllardaki koşullar altında düşmanın Trabzon'a girmesine engel olunamaz ve Ruslar 14 Nisan l916 yılında Trabzon'a girer. Rusların Trabzon'da kaldığı bir yıl, on ay, on günlük süre içinde özellikle Rumlar ve Ermeniler, yerli halka büyük işkenceler yaparlar; sayısız insan öldürürler.

1917'de Rusya'da "Bolşevik Devrimi" olur, Çarlık Yönetimi yıkılır. Bunun üzerine Rus ordusunda büyük bir panik başlar. Bu Rusların Trabzon'dan çekilmesine de yol açar. Öte yandan, batıdan doğuya doğru kayan ve Karadağ'da toplanan Türk Çeteleri, Akçaabat'a inerek Yüzbaşı Kahraman Bey'in komutasında üç koldan Trabzon'a doğru yürürler ve 24 Şubat 1918 tarihinde Trabzon'a girer.

Ulu Önder Atatürk, Cumhuriyet döneminde Trabzon'a üç kez gelir; l924, 1930 ve 1937 yıllarında, ilk geldikleri 15 Eylül 1924 günü, Trabzonlularca "ATATÜRK GÜNÜ" olarak kabul edilir ve bu kendisine bir telle bildirilir.
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:
Kayıt
7 Nisan 2007
Mesajlar
769
Beğeniler
3
Alın Buda Dicle Nehri
Dicle Nehri Türkiye’de doğup birçok kolları olan ve Irak topraklarına geçip orada Fırat’la birleşerek Şattülarap’ta Basra körfezine dökülen nehir. Nehir ana kaynaklarını Doğu Anadolu dağlarından ve dipten sızma yoluyla Elazığ yakınlarındaki Hazar (Gölcül) gölünden alır. Türkiye’nin önemli akarsularındandır. Doğu Anadolu dağlarından çıkar, Basra Körfezi’ne dökülür. Toplam uzunluğu 1900 km’dir. Türkiye topraklarında kalan bölümün uzunluğu ise 523 km’dir. En önemli kolları Batman ile Garzan, Botan, Habur, Büyük Zap ve Küçük Zap’tır. Debisi ortalama 360 m3/sn dir. Eylül ayı ortalarında 55 m3/sn ile en küçük, şubat sonunda 2263 m3 /sn akımı ile büyük değişiklik gösterir. Akarsuda genellikle yaz sonu kuraklığı ve sonbahar başı yağış noksanlığı nedeniyle su azalır. Buna rağmen kış sonu yağışı ile ilkbahar başındaki karların erimesinden oluşan su ile kabarır.
Uzunluğu 1990 km (Bunun Türkiye topraklarında kalan kısmı 523 km ) olan Dicle, Güneydoğu Toroslarda Maden Dağları kesiminde, Hazarbaba Dağı'nın güney tarafında, Yıldızhan yanındaki bir kaynaktan çıkar. Eskiden Hazar Gölü'nden beslenirdi. Şimdi gölle bağlantısı kesilmiştir. Kaynaktan çıktıktan sonra Maden ilçesinin önünden geçerek, Maden Çayı adını alır ve güneydoğuya doğru dar ve derin vadilerden geçip Diyarbakır şehrinin bulunduğu lav sahanlığının doğu kesimine paralel akar. Burada nehir vadisinin tabanı 600 m’ye iner. Diyarbakır’ın güneyinde 8 km mesafede doğuya yönelir. Bundan sonra kuzeyden Toros Dağları yamaçlarından inen başlıcaları Anbarçayı, Kuruçay, Pamukçayı ve Hazroçayı, Batman ve Garzan sularını alır. Güneyden ve Mardin eşiğinden inen sel yatakları Göksu ve Savur Çayı Dicle’ye katılır. Raman Dağının güney eteklerinde dar boğazlardan geçerek Botan Suyu ile birleşerek onun doğrultusunda güneye döner.

Dicle Nehri, güneye doğru akarken Cizre ilçesinin içinden Habur Suyu kavşağına kadar 40 km uzunlukta Türkiye-Suriye arasında sınırı meydana getirir. Habur Suyu ile birleştikten sonra Irak topraklarına girer. Dicle, Irak toprağında çöküntü çukurdan akarak, dar boğazları aşar Musul’da Büyük ve Küçük Zap sularıyla birleşir. Mezopotamya ovasına iner, bundan sonra Bağdat yakınlarında Fırat’a 35 km yaklaşır. Burada yine İran’dan gelen Piyale Nehri ile birleşir. Bu birleşmeden sonra tekrar Fırat’a yaklaşır ve Kurna yakınında Basra’nın 64 km yukarısında Fırat’la birleşerek Şattülarap ismini alır. Basra Körfezi'ne dökülür. Dicle Nehrinin suları yaz mevsimi sonlarına doğru azalır. Nisan ayında, nehrin yukarı çığırındaki dağlarda karların erimesinden suları çoğalır, en yüksek seviyesine ulaşır. Dicle, marttan mayısa kadar üç ay içinde, bütün yıl akıttığı suyun hemen yarısını akıtır. Rejimi düzenli değildir. Bu bakımdan bazı yıllar haddinden fazla taşarak birçok zararlara sebeb olur. Bu sebeple zararlarını önlemek maksadıyla Dicle’nin Mezopotamya’da kalan kıyılarına daha M.Ö. 3000 yıllarında setler yapılmıştır. Bu setler suların taşmasını önlediği gibi ekilen arazilerin yazın sulanmasını da sağlamıştır. Fakat setlere rağmen büyük taşmalar önlenememiştir. Yirminci asırda çalışmaları ancak 1939’da başlamış ve Kut Barajı yapılmıştır. 1958’de Samarra ve 1961’de de Dokham Barajı yapılarak suların taşması önlenmiştir. Bugün sadece Samarra ve Amarra arasında bir milyon hektarlık arazi ekilebilir hale sokulmuştur.


Dicle Nehri, DiyarbakırDicle, eski Mezopotamya sınırını meydana getiren ırmaklardan biridir. Uzunluğu Fırat’tan daha kısa olmakla beraber suyu daha çoktur. Dicle, günümüzde de sulama kanallarıyle sulama sağladığı gibi, orta büyüklükteki taşıtlar nehrin ağzından Bağdat’a kadar, daha küçük boy taşıtlarsa Musul’a kadar giderek ulaşıma katkıda bulunmaktadırlar. Bu nehirlerden ulaşım bakımından çok faydalanıldığı tarihî kalıntılardan anlaşılmaktadır. Dicle kıyısında eskiden kurulmuş Ninova, Nemrut, Asur şehirlerinin eski kalıntıları bunun en sağlam belgesidir.


Dicle Nehri, Musul (Irak)Dicle nehri üzerinde Kralkızı, Batman ve Dicle gibi önemli Hidroelektrik Santralları kurulmuştur. Ilısu Barajı'nın temeli 05.08.2006 tarihinde Başbakan Erdoğan tarafından atılmış olup, Türkiye'nin baraj gölü açısından 2., enerji üretimi bakımından 4. büyük barajı olan Ilısu'nun tamamlanmasıyla Dicle nehri üzerinde Cizre Barajı'nın yapımına başlanacaktır.

-Resim Silinmiş.
Shot at 2007-08-08
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:
Kayıt
7 Nisan 2007
Mesajlar
769
Beğeniler
3
Eskişehir Tarihçesi
Eskişehir, Türkiye’nin Orta Anadolu’da bulunan bir şehri ve Eskişehir İli’nin merkezidir. Ortasından Porsuk Çayı geçen şehir, Osmangazi Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi sayesinde bir öğrenci kenti görünümündedir.

Tarihçe

Eskişehir, tarihi dönemler içinde Anadolu’daki ünlü merkezlerden biri olmuştur. Kentin ilk kuruluş yerinin neresi olduğu tartışmalı olmakla birlikte birçok Anadolu şehrinden farklı olarak ilk kuruluş yerini büyük ölçüde değiştirmeden gelişmiştir.

İlk ve ortaçağlarda adı Dorlion (Dorileaum) olan kentin ilk yerleşim yeri hakkında üç bölgeden söz edilir. Bunlar, şimdiki çarşı yakınında sıcak su kaynakları civarı, ovanın ortasındaki Şarhöyük ve güney batıdaki Karacaşehir mevkiidir. Porsuk Çayı’nın yaratacağı taşkınlıklardan ve çevresindeki bataklıkların yol açacağı sıtmadan, ayrıca dışarıdan gelecek saldırılardan korunmak için plato yamacının hemen önünde Odunpazarı adı verilen sahada yeni bir yerleşim yeri oluşmuştur. İlk ve ortaçağda Eskişehir, Batı Anadolu’da büyük bir uygarlık kuran Friglerin egemenliğine girer. Burası bugün Eskişehir, Afyon ve Kütahya illeri arasında kalan dağlık bölgeyi kapsamaktadır.

M.Ö. 334′te Büyük İskender, Anadolu’ya girerek Persleri mağlup ettikten sonra Frigya, İskender’in egemenliğine girdi. Eskişehir il sınırları içinde yer alan Şarhöyük (Doreylaion), Balhisar (Pessinus) ve Karahöyük (Midaion) Frigya’nın önemli kentleri olarak tarihte yerlerini alırlar.

Bu topraklar daha sonraki yıllarda Romalıların eline geçmiştir. 395′te İmparatorluk Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılınca Eskişehir yöresi Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştır. Hristiyanlaşma sürecine giren Bizans’la birlikte kentte toplumsal yapıda önemli değişimler yaşanmıştır. Şehir istilalara maruz kalmadığı dönemlerde havasının güzelliği ve sıcak su kaynaklarının varlığı ile Bizans İmparatorlarının avlanma, dinlenme ve sayfiye şehri olmuştur. İmparatorluğun verdiği önemle bu bölge gelişmiş ve bu gelişme içinde Sivrihisar (Justinyanopolis) gibi yeni kentler kurulmuştur.

8. yüzyılın başında Arap işgaline uğrayan Eskişehir kısa bir süre sonra tekrar Bizans’ın egemenliğine girmiştir. Selçuklu Sultanı Mesud, 1147′de Eskişehir önünde 2. Haçlı ordusunu yenmiş, Türkler 1196′dan sonra yöreye tamamen hakim olmuştur.

13. yüzyılda zayıflayan Selçuklular Eskişehir ve çevresini Ertuğrul Bey’e vermiştir. Kent daha sonra Osmanlı Devleti’nin kurucusu Ertuğrul Bey’in oğlu Osman Bey’in yönetimine girmiş, Bizans’a karşı yürütülen savaşlarda bir üs olmuştur. Bu yönüyle merkezi Eskişehir olan Sultanönü Sancağı Osmanlı Devleti’nin ilk yerleşim sahası olmuştur. Ancak Anadolu’da tam bir Osmanlı hakimiyetinin kurulması ile Eskişehir parlak günlerini kaybetmeye başlamış ve Fatih’in ilk zamanlarına kadar Ankara Beyliği’ne bağlı bir sancakken 1451, 1831 yılları arasında Kütahya Beylerbeyliği’ne, 1841′de Bursa Eyaleti’ne bağlanmıştır.

Eskişehir 19.yy ortalarından itibaren değişmeye başlamıştır. Osmanlı Rus Savaşı ardından kente yerleşen göçmenler ve 1894 yılında işletmeye açılan Bağdat Berlin demiryolu bu değişimi yaratan en önemli iki etkendir.

Bu iki olayın etkisiyle nüfus artmış mali alanda gelişmeler kentin büyük bir idari yapıya dönüşmesine yol açmıştır. 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra bağımsız sancak olan ve Almanlar tarafından kurulan Cumhuriyet öncesi ilk Cer atölyesi ile sanayi alanında Eskişehir, atılım yapan ender Anadolu kentlerinden biri olmuştur.

Milli mücadele yıllarında şehrin Anadolu’daki tarihsel olarak sahip olduğu stratejik konumu belirleyici olmuş düşman işgalinden kurtarılması zorunluluk haline gelmiş, Türk birlikleri şehri kurtarmış ve Batı Cephesi Komutanlığı’nın karargah yeri Eskişehir olarak seçilmiştir. Şehir çevresinde İnönü, Sakarya, Kütahya gibi Kurtuluş Savaşı’nın önemli çarpışmaları gerçekleşmiş, ancak kent içinde bir çarpışma olmamıştır.

Bir yıldan fazla Yunan işgali altına giren kent 2 Eylül 1922 tarihinde karşı taarruzla tekrar ele geçirilmiştir. Yunanlılar geri çekilirken Çarşı ve Hıristiyan mahallelerini ateşe vermiş, Tuz Pazarı, Taşbaşı, Reşadiye Camii’nin bulunduğu yerler, İstasyon caddesi ve Bağlar caddesi tamamen yanmıştır.

Cumhuriyet döneminde 1925 yılında il olan Eskişehir hızlı bir kentleşme yaşayarak çok yönlü bir kent haline gelmiştir. Kent hem eski alanı hem de yeni alanlar üzerinde büyük mahalleler ile sarılmıştır.

Osmanlı döneminde ilk sanayi kuruluşuna ev sahipliği yapmış olan Eskişehir, Cumhuriyet döneminde de Şeker Fabrikası, DDY Cer Atölyesi, Tayyare Bakım Atölyesi gibi kamu yatırımlarının yanı sıra özel yatırımlarla da gelişmesini sürdürmüştür. Aynı zamanda 1.Hava Üssü de Eskişehir’de bulunmak
Ve Resimler
-Resim Silinmiş.
Shot at 2007-08-08
-Resim Silinmiş.
Shot at 2007-08-08
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:

Morwena

Buralıyım
Kayıt
16 Nisan 2007
Mesajlar
4.355
Beğeniler
0
Kütahya Tarihi

Anadolu ‘nun eski yerleşim yerlerinden birisi olan Kütahya ’nın kuruluş tarihini kesin olarak belirlemek mümkün olmamıştır. Ancak tarihinin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Sırasıyla Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Makedonya, Bitinya ve Bergama krallıklarının hakimiyetinde bulunmuş daha sonra Roma İmparatorluğu ve onun ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir.

Eski kaynaklara göre; Kütahya ’nın Antik Çağ’ daki adı Katiaenion’dur. Ünlü Antik Çağ coğrafyacısı Strabon ’a göre bu ad “Kotis’in Kenti” anlamına gelmektedir. Kotiaeion adı temel sözcük aynı kalmak şartı ile, farklı dönem ve yazılışlara göre “Kotiaion”, “Cotyaeum” ve “Cotyaium” olarak da kullanılmıştır. Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, ilin tarihi MÖ VI. yüzyıla dayanmaktadır. İl toprakları içinde yerleşen en eski halk Frigler’dir. MÖ 1200 yıllarında, Anadolu' ya gelen Frigler, Hitit İmparatorluğu’nun topraklarına girdiler. MÖ 676’da Kimmerler Frigya Kralı III. Midas’ı bozguna uğratarak, Kütahya ve çevresine egemen oldular.

Makedonyalı Büyük İskender ‘in tarih sahnesine çıkması ve Persleri mağlup ederek Anadolu ‘yu hakimiyeti altına almasıyla Kütahya el değiştirmiştir. (M.Ö. 333) Büyük İskender ‘in genç yaşta ölmesi üzerine imparatorluk parçalanmış ve Kütahya İskender ‘in kumandanlarından Antigonos ‘un eline geçmiştir.

Frig_005.jpg


Frig_002.jpg


M.Ö. 278 yılında Bitinya Krallığı Kütahya ‘yı topraklarına katmış ve daha sonra da Bergama Krallığını eline geçirmiştir. M.Ö. 62 yılında Sezar ‘ın damadı Pompoeus Kütahya ‘yı Roma İmparatorluğu topraklarına katmıştır. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Kütahya Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir. Kütahya, Romalılar zamanında hiristiyanlığın önemli merkezlerinden birisi haline geldi. Takibata uğrayan hiristiyanlar Kütahya ‘ya sığındılar. Putperest Roma şehrin tahsisatını kesti ve şehir ihmale uğrayarak bir süre bakımsız kaldı.

Roma ‘nın hiristiyanlığı resmen kabul edilmesinin ardından piskoposluk merkezi oldu. Bizans döneminde ise Kütahya ‘nın önemi çok arttı. Bizanslılar şehre hakim ve kale inşasına elverişli buldukları sarp tepeye burçlar ile tahkim edilmiş iki kat sur içinde bir şato yaptılar. Bu şato, Germiyanoğulları ve Osmalılar döneminde yapılan Kütahya Kalesinin esasını teşkil etmiştir.

Malezgirt’ te Sultan Alparslan yenilen Romanos Diogenes tahtını geri almak için giriştiği mücadelelerde yenilip esir düşünce, Kütahya ‘ya getirilip gözlerine mil çekilerek hapis edilmişdir. (Romanos daha sonra sevk edildiği Kınalı Ada ‘da vefat etmiştir.)



2-KÜTAHYA 'NIN TÜRK HAKİMİYETİNE GİRMESİ:

Malazgirt Muharebesinden sonra Türkler, hızla Anadolu 'nun fethine giriştiler. 1071 yılından sonraki bir kaç yıl içinde Anadolu 'nun hemen hemen tamamı Türkler tarafından fethedildi. Anadolu Selçuklu Devleti 'nin ilk hükümdaro Kutalmışoğlu Süleyman Şah 'ın kardeşi Melik Mansur, 1074 yılında Kütahya 'yı fethetti. Kütahya, Anadolu Selçuklu Devleti 'nin bir uç şehri oldu.

Yirmi yıl kadar Türk hakimiyetinde kalan Kütahya, 1096 yılında başlayan Birinci Haçlı Seferi sonunda tekrar Bizans İmparatorluğu hakimiyetine geçti. (1097)

Sultan 2.Kılıçarslan 1182 yılında yeni bir fetih hareketine girişerek Uluborlu ve Kütahya 'yı ikinci defa topraklarına kattı.

Sultan 2.Kılıçarslan 'ın, ülkesini on bir oğlu arasında paylaştırması sırasında Kütahya, Gıyaseddin Keyhüsrev 'in hissesine düştü. Daha sonra kardeşler arası taht kavgaları sırasında durumdan yararlanan Bizans, Kütahya 'yı ele geçirdi ise de Sultan Alaattin Keykubat zamanında Selçuklu kumandanlarından İmaüddin Hezar Dinarı tarafından üçüncü defa ele geçirildi. (1230)

Uzun yıllar "Kale Muhafızı" olarak Kütahya 'da kalan Hezar Dinarı Kütahya 'nın imarına çalışmış, bir çok eser bırakmıştır.

Kütahya 'nın Melik Mansur tarafından fethedildiği yıllarda şehir Büyük Selçuklu İmparatorluğuna bağlı bulunuyordu. Melik Mansur 'un Büyük Selçuklu İmparatorluğu hükümdarı Melikşah' a karşı ayaklanması üzerine Melikşah Ümera' dan Emir Porsuk Bey komutasında bir ordu göndermiş, yapılan savaşta Melik Mansur öldürmüştür. (1090)

Bu olaydan sonra Emir Porsuk Bey kuvvetleri Kütahya 'da yerleşti. Porsuk Bey bir müddet Kütahya 'da "Kale Muhafızı" olarak görev yapmıştır. Kütahya 'nın önemli akarsularından Porsuk Çayı 'nın adı buradan gelmektedir.



3-GERMİYANOĞULLARI DÖNEMİNDE KÜTAHYA:

"Germiyanlı" Türk aşiretlerinden birinin adı iken sonradan bir beyliğin ve ailenin adı olmuştur. Aşiretin ilk tarihi şahsiyeti olarak, baba İshak isyanı sırasında Malatya 'da faaliyet gösteren Alişir oğlu Muzafferüddin 'in adına rastlanır. Germiyanlı sülalesinden Kerimüddin Alişir 'in adı, Selçuklu saltanat mücadelesinde Moğollar tarafından Müinüddin Süleyman Pervane 'nin şikayeti üzerine öldürülen Selçuklu emirleri arasında geçer.

Malatya taraflarında bir bölgeye "Germiyan" adı verildiği Selçuklu ve Bizans kayıtlarında belirtilmektedir. Germiyanlı adının Malatya taraflarından Batı Anadolu 'ya gelen bu aşirete bu nedenle verildiği (Kütahya' lı gibi) tahmin edilmektedir.

Germiyanlı Beyliğini kuran Yakup Bey, Moğollar tarafından öldürülen Kerimüddin Alişir Bey' in oğludur. Kendisi Anadolu Selçuklu Sultanı 3.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında devletin ileri gelen emirlerinden birisiydi. Görev sahası Ankara ve civarı idi.

3.Alaattin Keykubad' a bağlı iken 1300 yılında bağımsızlığını ilan etmiş, Kütahya merkez olmak üzere beyliğini kurmuştur. Beyliğin ilk müstakil idarecisi olan Yakup Bey devri (1300-1340) Germiyanoğulları' nın en güçlü dönemini oluşturur. Yakup Bey' in hakim olduğu topraklar, bazı kaynaklarda Yakup-ili adıyla adlandırılmıştır.

Bazı kaynaklarda Bizans 'ın Yakup Bey devrinde Germiyanoğullarına yıllık 100.000 dinar vergi ve hediyeler gönderdikleri belirtilir. Yakup Bey' den sonra yerine oğlu Mehmet Bey (1340), onunda 1361 yılında ölümü üzerine yerine oğlu Süleyman Şah geçti.

Osmanlı Sultanı 1.Murat, oğlu Şehzade Beyazid' e Süleyman Şah' ın kızı Devlet Hatun 'u istemek üzere bir heyet gönderdi. Süleyman Şah' da cevabi bir mektupla devrin ileri gelen alimlerinden İshak Fakih' i Osmanlı başkentine gönderdi. İshak Fakih' in getirdiği hediyeler arasında meşhur Germiyanlı atları, Denizli bezleri ile altın ve gümüş eşyalar bulunuyordu.

Süleyman Şah, kızının çeyizi olarak Kütahya, Simav, Emet ve Tavşanlı 'yı Osmanlılara bıraktı. Kendisi Kula 'ya çekildi.1381 yılında yapılan düğünden sonra Şehzade Beyazid Kütahya Sancağına idareci olarak gönderildi.

Ancak Kütahya, Ankara Savaşından sonra tekrar Germiyanoğulları 'nın hakimiyetine geçti. (1402) Bu sefer beyliğin başına II.Yakup Bey vardı. Bu durum II.Yakup Bey 'in 1429 yılında ölümüne kadar sürdü.Yakup Bey 'in vasiyeti üzerine Germiyan ülkesi Osmanlı hakimiyetine geçti.

Kütahya, Germiyanoğulları zamanında tarihinin en parlak devirlerinden birini yaşamış, iktisadi ve fikri bakımdan büyük gelişmelere sahne olmuştur. Beyliğin merkezi olması sebebiyle Kütahya 'da bir çok mimari eserler inşa edilmiş, şair, edip ve fikir adamları bu şehirde toplanarak eserler kaleme almışlardır.


Kale_002.JPG



Kale_001.jpg


4-OSMANLILAR DÖNEMİNDE KÜTAHYA:

Osmanlı yönetimine geçtikten sonra Kütahya bir "Sancak Merkezi" oldu. I.Murad' ın oğlu ve Germiyan Beyi Süleyman Şah 'ın damadı olan Bayezid 'de Kütahya Sancak Beyi olarak görevlendirildi.

Osmanlı Devletinin Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa 1451 yılında beylerbeylik merkezini Kütahya 'ya taşıyarak buraya yerleşti. Kütahya uzun süre beylerbeylik merkezi olarak kaldı.

Timur Ankara savaşından bir hafta sonra Kütahya' ya gelmiş, çok sevdiği bu şehirde bir ay kalmıştır.

Kütahya' da bulunan Ulu Camii 'nin ilk şekli Yıldırım Beyazid tarafından yaptırılmıştır. Kayıtlarda Ulu Camii 'nin adı "Yıldırım Han Camii" olarak da geçer.

Anadolu tarafına yapılan seferlerde Osmanlı ordusunun toplantı yeri ve aynı zamanda önemli bir uğrak yeri olan Kütahya önemli eserlerle de donatılmıştır. Tarihte bilinen en eski toplu iş sözleşmesi 13 Temmuz 1766 tarihinde Kütahya 'da imzalanmıştır. O dönem Kütahya Valisi Ali Paşa' nın huzurunda yapılan görüşmeler sonucunda işveren ile işçiler arasında anlaşmaya varılmış, çırak, kalfa ve ustaların ücretleri ayrı ayrı belirtilmiştir. Söz konusu anlaşmada bahsedilen işçiler çinicilerdir.

Kütahya adı Mısır Valisi Ali Paşa ile Osmanlı Devleti arasında yapılan savaşlar sonunda 1833 yılında yapılan anlaşma ile uluslararası alanda duyulmuştur. Zor durumda kalan Osmanlı Devleti 'nin Rusya 'dan yardım istemesi üzerine, Osmalı Devleti üzerinde Rus nüfuzu olmasını istemeyen İngiltere ve Fransa, Mehmet Ali Paşa 'yı ikna ederek Kütahya Anlaşmasının yapılmasını sağlamışlardır.

1848 ihtilalleri neticesinde başlayan Macar Milli Hareketi, Avusturya ve Rusya tarafından kanlı bir şekilde bastırılınca, hareketin liderlerinden Kossuth Lajos, Bathyayi ve Mesrares 1849 'da Osmanlı Devletine sığındılar. Rusya ve Avusturya' nın baskılarına rağmen Osmanlı Devleti mültecileri geri vermedi. Kossuth (Koşut) ve maiyeti Kütahya' ya yerleştirildiler. 1851 yılına kadar Kütahya' da kaldılar. Kaldıkları ev bugün müze haline getirilmiştir ve ziyaretçilere açıktır.


5-MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA KÜTAHYA:

İzmir 'in 15 Mayıs 1919 'da Yunanlılar tarafından işgali ve düşman kuvvetlerinin Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başlaması üzerine bütün yurtta olduğu gibi Kütahya' da da Kuvayi Milliye teşkilatı kuruldu ve 20 Eylül 1919' da faaliyetlerine başladı. Kurulan teşkilat halktan maddi ve manevi büyük destek gördü. Teşkilat başkanı askeri şube reisi Nüzhet Bey 'di.

Çerkez Ethem Bey' in maiyetindeki müfreze kumandanlarından Piriştineli İsmail Hakkı Bey, Kütahya' ya gelerek "Müdafaai Hukuk Merkezi" ile müştereken faaliyet göstermeye başladı. Silah, cephane ve para tedarikine ve asker toplanmasına başlandı. 21 Temmuz 1920' de başlayan çalışmalar sonucunda kısa süre sonunda "Kütahya Milli Taburları" teşkil edildi. 6 Ağustos 1920' de Afyon' da bulunan Mustafa Kemal Paşa, İsmail Hakkı Bey' in daveti üzerine Kütahya' ya geldi ve tren istasyonunda "Kütahya Milli Alayını" teftiş ederek takdirlerini bildirdi. Kütahya' da birkaç saat kalan TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, ayrılırken, Mutasarrıf Said Bey' e Kütahya halkına karşı takdirlerini bildiren bir yazı vermiştir.



KÜTAHYA MUTASARRIFI SAİD BEYEFENDİYE

Büyük Millet Meclisinin selam ve ihtimamını muhterem halkımıza, kahraman orduya ve hamiyetkar memuriyne tebliğ etmek üzere Kütahya' yı dahi ziyaret eden heyetimiz, burada gördüğü mefhabetbahş ve itmi'nannaver tezahüratı samimiye ve aliyeden dolayı fevkalade müftehir ve mesrurdur. Vatansever Kütahya ahalisinin mali fedakarlığı, maddi ve manevi himemat ve mesaisiyle beş on gün zarfında ihzar ve techiz edilen binlerce mevcuda baliğ kıtaatı askeriyenin giriştiğimiz dini, milli, vatani mücadelede muzafferiyetimizi temin edecek kahraman bir zümre olarak isbat-ı fedekari edeceğinizden eminiz. Gerek zat-ı alileriyle Müdafaai Huku gayyürüyesini gerek umum Kütahya halkının mucib-i mübahhat olan himematından dolayı hissettiğimiz şükranı, Büyük Millet Meclisi namına beyan ile arz-ı veda eder ve iş bu ihtisasat-ı mahmedefkaranemizin aynen bütün ahaliye tebliğ buyurulmasını rica ederiz..

6 Ağustos 1336 (1920)

Büyük Millet Meclisi Reisi

M.Kemal



Kütahya-Eskişehir muharebeleri sırasında hazırlıklarını henüz tamamlayamamış olan Türk ordusunun muharebe şartları gereği Sakarya nehrinin doğusuna çekilmesi sonucunda 17 Temmuz 1921 tarihinde Kütahya Yunanlılar tarafından işgal edildi. Bu karanlık günler çok sürmedi. yaklaşık bir yıl sonra 26 Ağustos 1922 'de başlıyan Büyük Taarruz ve 30 Ağustos tarihinde yapılan Başkumandan Meydan Muharebesi sonucunda Yunan ordusu dağıldı. Aynı gün (30 Ağustos 1922) Türk birlikleri Kütahya 'ya girdi. Böylelikle işgal devresi sona erdi ve Kütahya ebediyyen Türk hakimiyetine girdi.

Dumlupinar_006.jpg



KÜTAHYA' NIN ESKİ VE YENİ GÖRÜNÜMLERİ:

Kutahya_001_1.jpg
Kütahya Lisesi


Kutahya_001_2.jpg
Kütahya Lisesi


Kutahya_002_1.jpg
Hisar ve Saat Kulesi


Kutahya_002_2.jpg
Hisar Yeni Görünümü

Kutahya_003_1.jpg
Hükümet Konağı

Kutahya_003_2.jpg
Hükümet Konağı

Kutahya_004_1.jpg
Küçük Hamam (Cumhuriyet Caddesi)


Kutahya_004_2.jpg
Küçük Hamam (Cumhuriyet Caddesi)
 
Kayıt
7 Nisan 2007
Mesajlar
769
Beğeniler
3
Bir Genel Kültür Testi
1. Hangisi bir ilçemiz değildir?
a) Bozdoğan b) Bozkurt c) Bozova d) Bozüyük e) Bozyürük
2. Hangisi Stanley Kubrick'in "2001: Bir Uzay Serüveni" adlı filmindeki ünlü bilgisayardır?
a) HAL b) IBM c) JCN d) KDO e) LEP

3. Hangisi bir balık değildir?
a) hamsi b) köpekbalığı c) levrek d) mezgit e) yunus

4. Hangisi bir ilçemiz değildir?
a) Çay b) Çayan c) Çaybaşı d) Çayeli e) Çaykara

5. Hangisi bir tavla terimi değildir?
a) gele b) kapı c) kırık d) mars e) pat

6. Hangisi uzakdoğu kökenli bir savunma sporu değildir?
a) aikido b) judo c) karate d) mikado e) tekvando

7. Hangisi atmosferin tabakalarından değildir?
a) litosfer b) mezosfer c) stratosfer d) termosfer e) troposfer

8. Hangisi böcek değildir?
a) arı b) akrep c) karınca d) pire e) sivrisinek

9. Hangisi bir yıldızın yaşam döngüsünden bir evre olamaz?
a) beyaz cüce b) karadelik c) nötron yıldızı d) süpernova e) yeşil dev

10. Yanda gördüğünüz Japon harfi (kanji) hangi anlama geliyor olabilir?
a) at b) kol c) odun d) sahil e) yağmur
 

Morwena

Buralıyım
Kayıt
16 Nisan 2007
Mesajlar
4.355
Beğeniler
0
ANTALYA TARİHİ




Söylentilere göre, İ.Ö.2. yüzyılın ortalarında Bergama Kralı Attalos'un; bana bir yeryüzü cenneti bulun; buyruğuyla kurulan ve adını kurucusundan alan Attaleia, bugünün Antalya'sı Antik Pamfilya, Psidya, Likya Bölgelerinin kesiştiği, Anadolu'nun en bereketli coğrafyasında kurulmuştur. Antalya, tarihi boyunca hep kültürün, sanatın, mimarinin, mitolojinin doruğudur. Çünkü, doğasını oluşturan lacivert denizleri, görkemli Torosları, coşkun çağlayanları, renk renk ağaçları, çiçekleri ve böcekleri esin kaynağı olmuştur Antalyalı'ya.

Büyük Önder Atatürk 1930 yılının ilkbaharında ilk kez gördüğü Antalya'da lacivert denizlerin ardındaki dağların anlık renk renk değişimini izlerken boşuna;”Antalya hiç şüphesiz ki Dünyanın en güzel yeridir”; dememiştir tarihin değişmezliği içinde... 19. yüzyılda bir Avustralya'lı araştırmacının benzetmesiyle Antalya; Avrupalı yazarların çizdikleri hayal ürünü güzel manzaraların belki de hayal edilemeyecek kadar güzeli ve gerçeğidir. Bugün Antalya'yı; turizmin başkenti; kılan uzun ve zorlu bir serüvenin kaynağı işte bu gerçektir. Doğal güzellikler arasında yer alan Antalya palmiyelerle sıralanmış bulvarları, uluslararası ödül sahibi marinası ile Türkiye'nin en önemli turizm merkezidir. Geleneksel mimarisi ile şirin bir köşe oluşturan Kaleiçi'nde dar sokaklar ve eski ahşap evler tarihi şehir duvarlarına dayanır. Bergama Kralı 2. Attalos tarafından İsa'dan önce ikinci yüzyılda kurulan ve antik çağlardaki adı olan Attaleia'yı da bu kralın adından alan Antalya tarih boyunca sürekli bir yerleşim bölgesi olmuştur. Osmanlı hakimiyetinden önce şehir sırası ile Roma, Bizans ve Selçuk egemenliğinde kalmıştır. 13. yüzyılda Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat tarafından inşa edilmiş olan Yivli Minareli Cami Antalya'nın sembolü haline gelmiştir. Kaleiçi'nde yer alan aynı döneme ait Karatay Medresesi Selçuk taş işçiliğinin kent'deki en güzel örneğini sergiler. Şehrin en önemli iki camisi 16. yüzyıldan kalma Murat Paşa Camisi ve 18. yüzyıldan kalma Tekeli Mehmet Paşa Camisi'dir. Marinanın yanında 19. yüzyılda, kesme taştan, doğal bir pınarın üzerine dört sütun üzerinde inşa edilmiş olan İskele Camisi yer alır. Hıdırlık Kulesi Milat'dan sonra ikinci yüzyılda muhtemelen deniz feneri olarak inşa edilmiştir. Kesik Minareli Cami Roma, Bizans, Selçuk ve Osmanlı dönemlerini yaşamış, şehrin tarihinin bir özeti konumundadır. İmparator Hadrianus Milat'dan sonra 130 yılında Antalya'yı ziyaret ettiğinde onun şerefine şehir duvarlarına üç kemerli bir kapı inşa edilmiştir. Hadrianus Kapısı bugün bütün güzelliği ile hala görülebilir durumdadır. Kale kapısı meydanı'nda saat kulesi de eski şehrin surlarının bir parçası idi. Birbirinden güzel çeşitli sub-tropikal bitkilerin süslediği Atatürk ve Karaalioğlu Parkları'ndan günün her saatinde değişen renk tonlarıyla Antalya Körfezi ile bütünleşen Bey Dağları'nın tablo gibi manzarasına doyum olmaz.

Antalya Kale içi Marina ve eğlence merkezi yurdumuzun en güzel marinalarındandır. Hediyelik eşya dükkanları, kafe, bar, disko ve restorantları yat hizmetleri ile Turban Kaleiçi Marina her turistin gereksinimini sağlayabilecek boyuttadır. Sabah yelken açanlar öğleden sonra Antalya Setur Marina'nın sakin ortamında dinlenebilirler. Geceleri aydınlatılan eski şehir surları kente tarihi kimlik kazandırır. Paleolitik (Yontma Taş Devri) çağdan Osmanlı dönemine uzanan eserlerin sergilendiği Arkeoloji Müzesi yörenin zengin tarihini yansıtır. Atatürk Müzesi'nde Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ün kullandığı kişisel eşyalar sergilenmektedir. Sonbaharda yapılan Antalya, Altın Portakal Film Festivali hem katılanları hem de izleyenleri cezbetmektedir. Aspendos'daki antik tiyatroda yılın belirli günlerinde bazı tiyatro eserleri ve klasik müzik konserleri sahnelenmektedir. Antalya civarındaki bölge hayranlık uyandırıcı tarihi kalıntıların yanı sıra şaşırtıcı doğal güzellikler sergiler. Antalya'nın 14 km. kuzeydoğusunda yer alan Yukarı Düden Şelalesi'nin muhteşem güzelliğini görüp ve akan şelalenin hemen arkasında yer alan mağarada yürüyebilirsiniz. Lara Plajı yolunda yer alan Aşağı Düden Şelalesi gözleriniz önünde 40 metre yükseklikten denize dökülür. Şelalenin görünümü denizden daha da güzeldir. Antalya'dan 18 km. mesafede yer alan Kurşunlu Şelalesi ve Nilüfer Gölü olağanüstü güzellikler sergilerler. Geniş kumsala sahip olan Lara Plajı kentin 12 km. doğusunda yer alır. Batıda yer alan ve Antalya'ya daha yakın olan çakıl taşlı Konyaaltı Plajı nefes kesici Bey Dağları'nın silsilesi ile bir başka güzelleşir. Biraz ötede Olimpos, Bey Dağları Milli Parkı ve Topçam Plajı gözler önüne kusursuz manzaralar sergilemektedir. Doğal güzellikler arasında dolaşmak isteyenler için parkın kuzey ucunda kamp alanları yer almaktadır. Bölgenin kuşbakışı görüntüsü Tünektepe'den gözler önüne serilmektedir. Antalya'dan 50 km. uzakta Bakırlı Dağı'nın kuzey eteklerinde yer alan Saklıkent 1750-1900 m. yükseklikte ideal bir kış sporları merkezidir. Mart ve Nisan aylarında, sabah kayak yapabilir, öğle yemeğinde Antalya'da lezzetli taze balık yiyebilir ve öğleden sonra güneşlenebilir, yüzebilir ya da su kayağı yapabilirsiniz. Antalya'nın kuzeyindeki Düzlerçamı Parkı'nda doğal yaşam (geyik ve dağ keçileri) koruma altındadır. Düzlerçamlığı'nın yakınlarında yer alan 115 m. derinliğindeki Güver Kanyonu'nun görünümü nefes kesicidir. Çam Dağı'nın doğu yüzünde, Antalya'dan 30 km. mesafede, tarihi Paleolitik (Yontma Taş Devri) Çağ'a kadar uzanan Karain Mağarası Türkiye'deki en eski yerleşim merkezidir. Sabah güneşiyle aydınlanan tek giriş birbiriyle bağlantılı üç bölmeye açılmaktadır. Her ne kadar buluntulardan bazıları girişte yer alan ufak müzede sergilense de eserlerin büyük çoğunluğu Antalya müzesinde sergilenmektedir. Antalya'nın kuzeybatısında Güllük Dağı Milli Parkı'nda yer alan Termessos antik kentinin sit alanı, Güllük Dağı'nın batı yamacında, 1050 m. yükseklikteki platoda yer alır. Bu kentin anıtsal eserlerini keşfederken çevrenizi el değmemiş bir doğa çevreler. Park girişinde bir doğal yaşam müzesi bulunmaktadır. Deniz seviyesinden birdenbire dimdik yükselen dağlar, Konyaaltı Plajı'ndan Kırlangıç Yarımadası'na kadar uzanan bölgede Olimpos, Bey Dağları Milli Parkı ile koruma altındadır. Bu bölgenin, antik Likya Yarımadası'nın tarihi Beldibi'ndeki yerleşim mağarası ile Paleolitik çağa kadar uzanır. Antalya'dan Kemer'e giden 42 km. lik yol dağlar arasından geçer.

Çevresindeki güzellik ile kaynaşabilmesi için özenle planlanmış olan Kemer şahane bir tatil için ideal bir yerdir. Tam donanımlı Kemer marinası yatçıların ilçenin güneyindeki mükemmel koyları ve kumsalları keşfedebilmeleri için hazırlıklıdır. Alış veriş sevenlere her türlü hediyelik eşyayı sunmaya hazır sayısız butik Kemer çarşısında bulunmaktadır. Marinanın kuzeyinde yer alan Akdeniz Kordon Promenadından basamaklarla denize inilir.

Yörük Parkı'nda geleneksel sanatlarla uğraşan sanatçılar ve yörük çadırları izlenebilir; Kemer koyunda çam ağaçları ardına gizlenmiş günü birlik dinlence tesisleri sizleri beklemektedir. Nisan ayı renkli Kemer Karnavalı'nın yapıldığı aydır. Bahar mevsiminde de Kemer ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin limanı Girne arasında yat yarışları düzenlenmektedir. Kemer'in kuzeyindeki Kızıl Tepe, Göynük (Mavi Bayrak) ve Beldibi (Mavi Bayrak) güneyindeki Kiriş, Çam yuva ve Tekirova (Mavi Bayrak) ünlü tatil merkezleridir. Doğaya saygılı ve çevreye duyarlı olan tatil köylerinin tümü ormanlarla bütünleşmiştir. Kemer'in 15 km. güneyinde yer alan Tahtalı Dağı'nın (Likya'nın Olimpos Dağı) eteklerinde yer alan Antik Phaselis'in üç limanı bir zamanlar önemli bir ticaret merkeziydi. Su kemerlerinin, agoraların, hamamların, tiyatronun, Hadrianus Kapısı'nın ve Akropolis'in kalıntıları şehrin tarih içindeki önemini gözler önüne sermektedir. Girişte yer alan küçük müze ayrıntılı bilgi vermektedir. Güney limandan Tahtalı Dağı ve çevresinin görünümü muhteşemdir. Phaselis'in rüzgarlara kapalı sakin koyları kusursuz bir dinlenme ortamı oluşturur.Antik Olimpos kenti Tahtalı Dağı'nın güneyinde yer alır. Kara yada deniz yoluyla ulaşılabilen Olimpos Vadisi'ni defne ağaçları ve zakkumlar gölgeler. Antik devirlerden günümüze kadar gelmeyi mabed kapısı tiyatro, hamam ve agora gelmeyi başarmıştır; kent surları ve körfezdeki kuleler Orta Çağ'lara aittir. Olimpos'un kuzeyinde yer alan Çıralı Plajı'nın yamaçlarında yaklaşık 300 m. yükseklikte, Yanartaş yer alır. Mitolojiye göre Likya'lı Kahraman Bellerophon kanatlı atı Pegasos'un sırtında ağzından ateş püskürten canavar Kimera ile savaşmış ve onu burada öldürmüştür. Yöresel inanışa göre canavarın ağzından çıkan ateş bugün hala yanmaktadır. Kutsal alan olarak yorumlanmış olan bu yörede Romalılar ve Bizanslılardan kalma yapılar bulunur. Burada yeryüzüne çıkan doğal gaz, havanın oksijeniyle birleşerek, antik devirlerden beri yanmaktadır. Olimpos'un güneyinde, berrak denizi ve kumlu plajları ile Çavuş Körfezi yer alır. Burada sakin denizde huzur içinde yüzebilir yada kuzey sahilindeki deniz mağaralarını keşfe çıkabilirsiniz.

Olimpos'un batısında, turunçgil ağaçları ve bahçeleriyle kuşatılmış Finike Körfezi bulunur. Doğusunda kumlu sahili uzanan Finike, batıda kayalık koylarla çevrilidir. Eski bir Likya şehri olan Liymra deniz kıyısından 10 km. içerdedir. Turuçova üzerinden gidilmektedir. M.Ö. dördüncü yüzyıla ait Akropolis'deki Perikles Anıtı antik sanatın eşsiz örneklerindendir. Şehir surları Likya mezarları ve Roma tiyatrosu da görülmeye değer eserler arasındadır. Turunçova'dan sonra 20 km.lik harikulade güzel panoromik dağ yoluyla Kızlar Sivrisi Dağı'nın batı yamaçlarındaki setlerde yer alan Likya'nın ünlü antik kenti olan Arikanda yer alır. Ülkemizin en güzel vadilerinden birine bakan Arikanda'nın harabeleri arasında agora, tiyatro, stadyum, su sistemi, hamam ve her yana dağılmış mezarlar sayılabilir. Finike'nin 25 km. batısında yer alan kale eski adı ile Myra çok iyi korunmuş Roma devri tiyatrosunun yanı sıra bu tiyatroyu tepeden seyreden kaya mezarları ile tanınır. Aziz Nikolas (Noel Baba) dördüncü yüzyılda bu Akdeniz şehrinde din görevlisiydi. Çocukların, denizcilerin ve yardıma muhtaç insanların koruyucusu olan Noel Baba M.S. 342 yılında burada öldü. M.S. dördüncü yüzyılda Anadolu'daki hümanist prensip ve fikirlerin oluşmasında önder olmuş ve daha sonraki yüzyıllarda batıda fikirleri giderek yayılarak saygınlaşan ve batı hümanizmine de katkıda bulunan Anadolu'lu sempatik Noel Baba bugün 20. yüzyılın dünyada en sevilen iyilik sembollerinden birisidir. Beşinci yüzyılda Noel Baba'nın lahidininde içinde bulunduğu onun adına Myra'da bir bazilika yapılır. M.S. 1042 de Bizans İmparatoru Konstantin Monomakos ve İmparatoriçe Zoe tarafından restore edilmiştir. 19. yüzyılda da Ruslar tarafından restore ettirilen yapı bugün Noel Baba Müzesi olarak düzenlenmiş olup ziyarete açıktır. Her yıl aralık ayındaki Noel Babayı anma törenleri için ve ;Güneşli Noel Tatili;ni bu antik Likya şehrinin sıcak kumsallarında geçirmek isteyen bir çok turist buraya gelmektedir.Myra'nın antik limanı olan Andriake (Dalyanağzı) Kale'nin batısında olup güneşlenmek ve yüzmek için güzel bir kumsala sahiptir.Dalyanağzı'nda deniz yoluyla yarım saatlik mesafede yer alan Kekova bölgesi, aynı zamanda yörede yer alan, antik şehir ve koyların genel ismidir. Kekova bölgesinin bu koyları her mevsimde doğal liman görevi üstlendiği için yatçılar el değmemiş bu sahilleri keşfetmekten ayrı bir zevk alırlar. Kekova Adası'nın kuzey sahili boyunca, antik Apollonia kentinin M.Ö. dördüncü yüzyıla ait yazlık yalıları, batık kent görünümünde yer yer su içinde görülebilir. Tarih içinde yörede oluşan tektonik olaylar bazı yalıların deniz seviyesinin altında kalmasına yol açmıştır. Kaleköy Kalesi (Simena) bu berrak sularda gezinen yatların, sayısız koyların ve adaların kuşbakışı seyredilebileceği en iyi yerdir.

Kekova'dan batıya doğru gidildiğinde üç tarafı dağlarla çevrili sevimli Kaş ilçesine ulaşılır. Burada yerel balıkçılar işlettikleri deniz taksileriyle sizi güzel bir koya ya da kumsala götürmeye hazırdır. Kaş civarındaki serin sularda yüzüp dalmanın zevki başkadır.Kaş'ın eski adı olan Antiphellos'dan günümüze sadece Likya kaya mezarları, anıt mezarlar ve tiyatrosu kalmıştır. Yine de, Kaş çekiciliğinden hiçbir şey yitirmemiştir ve Türk el sanatları, deri eşyalar, bakır ve gümüş takılar, giysiler ve el dokuma halıların satıldığı dükkanların arasında dolaşmak ayrı bir zevktir.Alışverişten sonra ister çiçeklerle bezeli sahilde gezinin, ister bir palmiyenin gölgesinde serinleyin. Kaş'ın restoranları, barları ve caz kulüpleri dolu dolu bir gece yaşamı sunar. Türk mutfağından örneklerin sergilendiği açık büfe ilçeye özgü bir gelenektir. İlçeyi kuşatan dağlarda yapılacak çok şeyler olduğunu kanıtlar gibidir. Ağaçlık tepelerde yürüyüşlere çıkarak köşelere gizlenmiş köyleri ve antik harabeleri keşfedebilirsiniz. Kendisini dinç hissedenler bölgenin en yüksek noktası olan Kızlar Sivrisi Dağı'na (3086 m.) ya da ikinci yüksek noktası olan Akdağ'a (3030 m.) tırmanmayı deneyebilirler. Kalkan yolunda, Kaputaş Plajı turkuaz denizi ile unutulmayacak güzellikte bir kumsal sunar.Batıya doğru yapılan kısa bir yolculuk ile şirin bir koyun etrafına yerleşmiş olan Kalkan'a ulaşır. Geleneksel beyaz renkli evleri, kepenkleri ve çiçek fışkıran balkonları ile Kalkan alabildiğine huzurlu bir beldedir. Hediyelik eşya dükkanlarının sıralandığı dar sokaklar marina da son bulur. Her sabah tekneler turistleri yakınlardaki koylara ya da kumsallara götürür. Günbatımında çatı teraslarda yemekten önce bir aperatif için bir araya gelmek, yatların geliş gidişini, marinadaki telaşlı faaliyeti izlemek bir gelenek gibidir. Burada da, Kaş'da olduğu gibi, her akşam sahil boyunca açık büfelerin yer aldığı restoranlar sıralanır. Antik Likya'nın önemli bir limanı olan Patara virajlı bir yolun sonundadır. Mitolojiye göre Güzel Sanatlar Tanrısı Apollo, Patara'da doğmuştur. Tarihsel belgeler bu bölgenin Aziz Nikolas'ın da (Noel Baba) doğum yeri olduğunu ortaya koymaktadır. Arkeolojik eserler sayısız ve ilginçtir. Patara aynı zamanda kumsal severler içinde idealdir. 22 km. uzunluğundaki ince kumsalı göz alabildiğince uzanır ve her türden kum sporu için uygun bir mekan sağlar.

Antik Likya'nın başkenti olan Xanthos, Patara'nın 18 km. kuzeyindeki Kınık ilçesindedir. Harpi mezarı, Nereid Anıtı, tiyatrosu, agorası ve yazıtlı sütunu ile Xanthos Likya, Roma ve Bizans dönemlerinden seçkin mimari örnekler sergiler. 6 km. ilerideki kutsal Likya şehri Letoon'da mitolojinin üç gözde tanrısı ve Anadolu'nun kutsal ailesi olan Leto, Apollo ve Artemis'e atfedilmiş üç mabet ve tiyatro görülebilir.Antalya'nın doğusunda geniş verimli ovalar altın gibi parıldayan kumsallara paralel gider. Modern tatil beldeleri ve iyi korunmuş tarihi eserler çok sayıda seçenek sağlarlar.Antik Pamfilya Bölgesi'nin önemli bir şehri olan Perge Antalya'dan 18 km. uzaklıktadır ve yapılan kazılardanErken Tunç Çağı’nda (İO 4-3 bin) iskan edildiği kanıtlanmıştır. Perge’deki arkeolojik buluntuların çoğu Roma İmparatorluk Çağına aittir. Antalya Müzesi’nde sergilenen heykeltıraşlık eserleri Perge’de ileri düzeyde bir heykeltıraşlık atelyesinin varlığına işaret etmektedir. Sergilenen Perge Heykelleri ile Antalya Müzesi dünyanın en zengin Roma Dönemi heykel koleksiyonuna sahip müzelerden biri haline gelmiştir.Perge’ye giden ziyaretçiler iki yüksek kule ile şehir kapısını, bir zamanlar mozaiklerle kaplı olan ve dükkanların çevrelediği sütunlu uzun yolu, geniş agorayı ve halk hamamlarını görmeden edemezler.

Hem yüzmeyi hem güneşlenmeyi hem de golf sporunu sevenler için Antalya'nın 40 km. uzağındaki modern tatil merkezi Belek kusursuz olanaklar sağlar. Belek'deki National Golf Club su sporları, 18 delikli profesyonel golf sahası ve 9 delikli akademik sahası ile tatilcilere spor imkanı sağlamaktadır. Ziyaretçiler bölgede Türk mutfağının en güzel menülerini tadabilir. Akşamları açık hava diskoteklerinde eğlenebilirler.Aspendos'a giden yolun kenarında Köprü Irmağı üzerinde iyi korunmuş tarihi bir Selçuklu köprüsü görülür. Antik devirlerden kalma en iyi korunmuş tiyatro olan Aspendos tiyatrosu 15.000 kişilik kapasitesi ile bölgenin en iyi korunmuş antik tiyatrosudur. Bugün hala çeşitli konser, bale, opera ve tiyatro gösterileri için kullanılmakta olan tiyatronun koridorları, sahne süslemeleri ve akustiği mimarın ustalığını kanıtlamaktadır. Tiyatronun yakınında bazilika, agora ve Anadolu'nun en uzun su kemerlerinin kalıntıları yer almaktadır.Antalya Alanya karayolundan, Beşkonak yoluna sapıldığında, Köprülü Kanyon Milli Parkı'na giden yola girilir. Virajlı yol dağdaki dereler ve yemyeşil el değmemiş ormanlar arasında ilerler. Bir sonraki virajdaki manzara her zaman için bir öncekinden daha güzel olduğu için araba yolculuğu bile yavaş olacaktır. Antalya'nın 92 km. ötesindeki park doğal güzellikler ortasında zengin bir bitki örtüsüne sahip bir vadide yer alır. Kanyon, Köprü Irmağı boyunca 14 km. uzanır ve bazı yerlerde 400 m. derinliğe ulaşır. Dinlenme yerlerinde balık lokantaları hizmete hazırdır. Roma devrinden kalma Köprü Irmağı üzerindeki kanyonda yer alan Oluk Köprüsü ve Kocadere Deresi üzerindeki Büğrüm Köprüsü antik dönemlerin mühendislik harikalarıdır. Bu parktan iki ayrı yere gidilebilir; Selge antik kentine veya Dedegöl Dağları'na bu silsile en yüksek dağ olan Dedegöl Dağı 2992 m. yüksekliğe ulaşır.Köprülü Kanyon Milli Parkı'nın kuzeydoğusunda yer alan antik Pisidya Bölgesi'nin önemli bir kentine Altınkaya'ya (Selge) zikzaklı bir dağ yolu ile ulaşılır. 950 m. yükseklikteki bu kentten geriye şehir duvarları, kuleler, sarnıç, Zeus için yapılmış bir mabed, agora, stadyum, tiyatro, Jimnazyum ve nekropolis kalmıştır.

Manavgat Şelaleleri yüksek olmamalarına karşın kayalıklardan tüm gücüyle akan su bembeyaz köpükler saçar. Şelalalerin yakınlarında gölgelere sığınmış çay bahçeleri ve restorantlar burayı tüm günün yorgunluğundan sonra dinlenmek için ideal bir yer konumuna getirir. Bu güzel yöreyi daha iyi görebilmek için Manavgat Nehri boyunca eğlenceli bir tekne gezisi yapmakta mümkündür.

Ülkemizin en çok bilinen antik yörelerden biride Side'dir. Eski bir Liman olan Side'nin ismi nar anlamına gelmekteydi. Bugün güzel bir sahil kasabası olan Side'de antik kalıntılar, güzel iklim, kumlu plajlar, birçok alışveriş merkezi ve modern konaklama tesisi buraya turist akımını sağlayan başlıca nedenlerdendir. Deniz manzaralı sayısız restorant, kafe, bar ve diskoteğin yanısıra dar sokaklar boyunca uzanan ve Türk el sanatlarından örnekler satılan çarşılar bulunmaktadır. Sütunlu kemerler üzerine inşa edilmiş olan tiyatro yöredekiler arasında en büyük olanıdır. Diğer kalıntılar arasında agora, jimnazyum deniz kıyısındaki Apollo Tapınağı, çeşmeler ve nekropolis sayılabilir. Şimdi müze olan geniş Roma hamamı Türkiye'nin en güzel arkeolojik kolleksiyonlarından birine sahiptir.Side'nin doğusunda yer alan Sorgun ve Titreyen Göl çam ağaçları arasında kalmış kumsalları ile ünlü tatil merkezleridir. Rahatlatıcı atmosferi sayısız konaklama tesisi ve aktiviteleri ile önemli bir yöredir. Side'nin batısında bulunan Kumköy ve Çolaklı'da önemli tarih beldeleridir.Bu beldeler hem deniz ve güneş imkanı sunar hem de tarihi mekanlara yakındır. Side'nin 15 km. kuzeydoğusunda yer alan Bucakşıhlar'da iyi bir durumda korunmuş Roma hamamı, kilisesi, tapınağı bir mozolesi, tiyatrosu ve angorası vardır. Türkiye'de en çok ilgi çeken ve bilinen mağaralardan birisi Altınbeşik Mağarası Milli Parkı'dır. Burası Aydınkent'in 12 km. güneydoğusunda ve Manavgat'ın 55 km. kuzeyinde yer almaktadır. Göller ve enteresan kaya formasyonlarıyla travertenler ve dereler bu bölgeyi daha da güzelleştirmektedir. Altınbeşik Mağarası Manavgat Nehri Vadisi'nin batısına düşmekte olup otantik Ürünlü Köyü'nden ulaşılabilir. Bölgede seyahat edenlerin mutlaka görmeleri gereken yerlerden birisidir.13. yüzyıldan kalma bir kervansaray olan Alarahan Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat zamanında Alarahan Irmağı'nın kıyısında inşa ettirilmiştir. Yakınlardan bir tepenin üzerinde yer alan Alara Kalesi tüm bölgeye hakimdir.

Alanya, geniş plajları, turistik tesisleri ve tarihi eserleriyle önemli bir tatil kentidir. Gelenleri ilk karşılayan Alanya Yarımadası'nın üzerinde bir taç gibi kurulmuş olan ve 13. yüzyıldan kalma şahane Selçuklu Kalesi olur. Çifte duvarlı ve iyi korunmuş kalenin duvarlarını 150 kule kuşatır. Dış duvarlarda bir caminin yıkıntıları bir kervansaray ve bir kapalı çarşı iç duvarlar içinde de harap olmuş bir sarnıç ve bir Bizans kilisesi yer alır. Her ne kadar Alanya'nın tarihi Roma dönemine kadar gitsede Alanya en görkemli dönemini Alaeddin Keykubat kışlık konaklama yerini ve donanma üssünü buraya taşıyınca yaşamıştır. Binalar şehrin Selçuklular döneminde taşıdığı önemi sergilemektedir. Etkileyici kalenin yanı sıra eşi benzeri olmayan tersanesi ve anıtsal güzellikteki sekizgen Kızıl Kule'nin görülmesi gerekir.Alanya modern otel ve motellerin sayısız balık lokantaları, kafe ve barlarıyla mükemmel bir tatil merkezidir.Limanı çevreleyen kafeler ve barlar akşam saatlerinde liman yolu boyunca el sanatları, deri, giysi, mücevherat, el çantaları ve yöreye özgü ilginç renklere bezeli su kabaklarının satıldığı butikler yer alır. Ağustos ayında yapılan Alanya Uluslararası Folklor Festivali'de şehre ayrı bir canlılık kazandırır.Eğer mağaraları keşfetmekten hoşlanıyorsanız Damlataş Mağarası'nı gezmeniz gerekir. Mağara yakınında Etnografya Müzesi yer almaktadır. Tekneyle üç deniz mağarasına ulaşabilirsiniz: fosforlu kayalarıyla Fosforlu Mağara, korsanların kadın esirleri tuttukları Kızlar Mağarası ve Aşıklar Mağarası.Alanya'nın 15 km. doğusunda yer alan Dim Çayı Vadisi gölgelerin serinliğinde dinlenmek içim ideal bir yerdir.Alanya'nın yaklaşık 25 km. batısında yer alan Avsallar kumsalları ile güzel bir tatil merkezidir. Alanya'dan doğuya, Gazipaşa'ya doğru gidecek olursanız karşınıza mükemmel kumsallar çıkacaktır. Tarihi bir liman olan Alanya'nın 30 km. doğusundaki Aytap: Roma kalıntıları korunmuş plaj ve koyları önemli bir gezi noktasıdır.


antalya.jpg


Antalya Kemer
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:

Morwena

Buralıyım
Kayıt
16 Nisan 2007
Mesajlar
4.355
Beğeniler
0
Van Gölü

Türkiye’nin en büyük, Avrupa’nın 5. büyük gölüdür. Alanı 3764 km²’dir, derinliği bazı yerlerde 100 metreyi geçer. Gölün uzunluğu 125 km.’yi, genişliği 65 km.’yi aşar. Büyüklüğü nedeniyle bölge halkı tarafından “Van Denizi” diye anılır. Nemrut Dağı’ndan çıkan lavların set oluşturması ile oluşan göl üzerinde Akdamar Adası, Çarpanak Adası, Adır Adası gibi adalar bulunur. Suyu tuzlu ( binde 210) ve sodalıdır. Yapılan araştırmalara göre göl suyu deri ve cilt hastalıklarına şifa dağıtmaktadır. Göle hangi mevsimde, hangi saatte gitseniz bir başka renkte görüyorsunuz. Suyun rengi değişip duruyor. Bu şaşırtıcı ve etkileyici değişimin kaynağı hakkında rivayet muhtelif. Van Gölü’nde günbatımı da gündoğumu da muhteşem oluyor. Gittiğinizde hava açıksa ikisini de kaçırmayın. Günbatımını Van Kalesi’nden, gündoğumunu ise Tatvan’dan izleyeceksiniz. Gölün iki yakasındaki Van ile Tatvan arasında yük vagonlarını taşıyan feribotlar çalışıyor. Gevaş iskelesinden Akdamar Adası’na dolmuş motorları çalışıyor. Sahil boyunca yapılaşma saldırısına uğramamış güzel koylar, yeşil bitki örtüsüyle sarılmış kıyılar görülmeye değer.
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:
Kayıt
14 Nisan 2007
Mesajlar
458
Beğeniler
0
Şehir
Bar
Dünyanın tek 7 yıldızlı oteli Dubai'de Ve ismi Burj El Arab
>>-Resim Silinmiş.
>>-Resim Silinmiş.
>>-Resim Silinmiş.

Buda baska Bi Otel

>>-Resim Silinmiş.
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:

Wicked

Game Designer
Kayıt
1 Mayıs 2007
Mesajlar
4.658
Beğeniler
5
Şehir
İst./Üsküdar
Kars Ani HArabeleri

bu benim çizimim tabi net diil ve tam boyutu diil daha buyuk te view camle çekince bole çıkıo Razz
=))-Resim Silinmiş.

bu da orjinali =))


kars1.jpg


kars5s.jpg


kars4s.jpg


 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:
Yukarı Alt