A

Anonymous

Guest
Normandiya çıkarması:

Normandiya çıkartması, general Eisenhower kumandasındaki müttefik kuvvetlerinin 1944 Haziran-Eylül ayları arasında giriştiği hücum harekâtı; müttefiklerin çıkarmasından sonra Alman cephesinin yarılmasına ve hemen hemen Fransa'nın ortasına kadar geriletilmesine yol açtı.

Uzun aylardan beri inceden inceye hazırlanan Normandiya'ya İngiliz-Amerikan çıkarması (veya Overlord harekâtı), gerek teknik, gerek taktik alanda tesadüflere bağlı bir harekâttı. Başarısı, seçilen hücum cephesinin Wehrmacht'tan gizlenmesine ve Batı Avrupa'daki hava hücumu hazırlığının etkili olmasına dayanıyordu. Normandiya savaşı birbirini takip eden üç evrede yapıldı.


Çıkarma ve Bir Köprübaşı Kurulması [değiştir]

2-6 Haziran 1944'te Cherbourg ile Pas de Calais arasındaki Almanların Atlas Okyanusu duvarı kıyı tahkimatı bombalandı; 5-6 haziran gecesi 722 savaş gemisinin eşlik ettiği 4226 nakliye gemisi, İngiliz amirali Ramsey kumandasında başlangıç hücumunu yapmakla görevli 5 tümeni taşıyarak İngiliz kıyılarından çıkarmanın yapılacağı kumsallara doğru yola çıktı.
Ohama Plajı çıkartması
Ohama Plajı çıkartması

6 Haziran sabahı hücum birlikleri Saint-Aubin, Courseulles, Arromanches, Saint-Laurent ve Saint-Martin-de-Varraville kumsallarını ele geçirmeye uğraşırken, 5-6 Haziran gecesi Caen ve Carentan dolaylarına paraşütle iniş yapmış olan üç hava indirme tümeni toparlanmaya çalışmaktadır. Bu birlikleri taşıyan uçakların yoğun bir Alman uçaksavar ateşi yemeleri sonucu, birliklerden büyük bir bölümü, hedeflenen alanların dışında atlama yapmak zorunda kalmışlardır. Ancak bu indirmenin tam bir baskın olmasından yararlanan birlikler aynı akşam bölgeye sağlam bir şekilde yerleştiler.

7-11 Haziran arası Pas de Calais'ye ikinci bir çıkarma bekleyen Almanların şiddetle tepki göstermesinden önce, kumsallarla hava indirme birlikleri arasında irtibat sağlanmış, Bayeux şehri kurtulmuş ve Mantebourg-Isigny-Bayeux -kuzey Caen hattının gerisinde 325,000 kişi (çoğu suni Avromanches limanı sayesinde) karaya çıkmıştı.


İlk Alman tepkisi, II. İngiliz ordusunun (Demasey) şiddetli muharebelerden sonra durdurulduğu cephenin doğu kesimini etkiledi (Caen kesimi). Buna karşılık Carentan koyunun her iki kenarından savaşa giren I. Amerikan ordusu (Bradley), Almanların Montebourg üstüne karşı hücumuna rağmen 16 haziranda Barne Ville'de Cotentin'in batı kıyısına ulaşmayı başardı. Çevreyle bağlantısı kesilen Cherbourg, Almanların bütün liman tesislerini tahribinden sonra düştü.

Ondan sonra güneye dönen Bradley, 8 haziranda La Haye du-Puits'yi ele geçirirken, Dempsey ertesi gün şiddetli bir hücumla Caen'ı aldı. Birkaç gün önce Hitler Batı cephesi kumandanlığına Rundstedt'ın yerine Kluge'yi getirmişti. Ama Kluge'nin elinde, Eisenhower'ın 6 hazirandan beri çıkarttığı bir milyon askere karşılık 35 tümen vardı. 10-25 Temmuz arası müttefikler, Lessay-Saint-Le-Caumont -Caen cephesinde kısa süre sonra başlatacakları hücum tertibatını almıştı

Alman Cephesinin Yarılması ve İç Kısma Doğru Genişletilmesi [değiştir]

18 Temmuzda İngilizler boş yere Caen'den çıkmaya uğraştılar, ama kesin darbe batıya vuruldu. Hücum cephesine 50,000 ton bomba atan 2,000 bombardıman uçağının hava hücumundan sonra, Bradley, 25 temmuzda hücuma geçti; kanlı direnmeye rağmen 28 temmuzda Coutances'ın, 30 ve 31 temmuzda Granville ve Avranches'ın alınmasıyla Alman cephesinde geniş bir yarık açıldı. O zamana kadar yedekte tutulan III. Amerikan ordusu (Patton) o tarihte işe karıştı (saflarında Leclerc kumandasında 2 Fransız zırhlı tümeni de çarpışıyordu) ve hemen ilerleme görevi aldı.

2 Ağustosta Avranches gediğine saldıran dört zırhlı tümen, Dinan (4 ağustos), Renner (5), Laval (6), Le Mans (9), Alençon ve Chartres'ı (10 ağustos) ele geçirdi. Ama bu ilerlemenin zayıf noktası Alman cephesinde Avranches ve Mortain arasında açılan gediğin darlığıydı (30 km).

Bu durumu gözden kaçırmayan Kluge bütün zırhlı kuvvetlerini birleştirerek Vire ve Mortain'e karşı şiddetli bir karşı hücuma geçti ve Mortain'i aldı. Ama geri hatlarına sarkılması ve müttefik uçaklarıyla bombardıman edilmesi üzerine, 13 ağustosta birliklerine genel ricat emrini verdi. Creror kumandasındaki Kanadalıların Falaise'i alması (17 ağustos) ve üç gün sonra Patton'un birliklerine kavuşması, VII. Alman ordusunun kuşatılması ve yok edilmesiyle sonuçlandı.

O tarihten sonra muharebenin büyük kısmı bitmiş ve Sen'e doğru takip hemen başlamıştı. Kuzeyde kıyılar boyunca hücuma geçen Kanadalılar 2 eylülde Abbeville'e ulaşırken Rouen üstüne yürüyen Dempsey, 3 eylülde Lüle ve Brüksel'e, 4 eylülde Anvers'e vardı.

Güneyde Patton 17 ağustosta Orleans, 21 ağustosta Fontainebleau, 25 ağustosta Troyes'u aldı ve eylül ortasında Moselle'e ulaştı; sağ kanadı (II. Fransız Zırhlı tümeni), 12 eylülde, Chatillon-sur-Seine yakınında Provence'tan gelen Fransız-Amerikan birlikleriyle birleşti. 24-25 Ağustosta da Leclerc, II. Zırhlı birliğiyle Paris'i kurtarmıştı. O tarihten sonra bütün müttefik birlikleri Reich sınırlarına doğru hücuma geçtiler.

Müttefikler Omaha'da Neden Zorlandı? [değiştir]

Omaha sahilinde işler başında beri iyi gitmemişti. Uçaklar sahilleri bombalıyorlar açılan deliklerde askerler için siper oluyordu ama Omaha'ya başarılı bir bombardıman düzenlenemedi ve Müttefik askerleri hiç siperi olmayan bir sahile çıkartma yaptılar. Müttefikler yoğun makinalı tüfek atışında hiçbir siper olmayan sahillerde askerlerinin ağır kayıplar vereceğini biliyordu. Bunun için hafif tanklarını suda gidecek şekilde tasarlamışlardı. Tankların dört bir tarafı yüksek bezlerle örtülüyor böylece içeri su dolması önleniyordu. Ama Omaha plajı çok dalgalıydı ve Müttefik tankları bu dalgalara dayanamadı ve battılar. İngiliz tank kumandanları bu dalgalı denizde tankların gidemeyeceklerini bildikleri için tanklarını denize sokmadılar. Çok sayıda piyadaye sahip olan Müttefikler büyük kayıplar verselerde sonunda Omaha'yı kontrol edebildiler.
 
A

Anonymous

Guest
Orhun yazıtları :

Göktürk yazıtları, Göktürkler tarafından Türklerin bilinen ilk alfabesi olan Orhun Abecesi ile yazılmış yapıtlar. Yazıtlar, 1889 yılında Moğolistan'da Orhun Vadisindeki anıtlarda saptanmıştır. Yazılış tarihi 8. yüzyılın başlarına dayanmaktadır.

Keşif ve Çözümlenme Tarihçesi [değiştir]

Orhun harfleriyle yazılan yazıtlardan 13.yüzyıl tarihçisi Cüveyni, Tarih-i Cihangüşa adlı yapıtında söz etmişti. Çin kaynakları da kitabelerin dikilişini bildirmekteydi. Yine de bu durum 18. ve 19. yüzyıllara kadar bilim dünyasının bilinmeyeni olarak kalmalarına engel olamadı. İlk olarak Rus çarı I. Petro'nun emriyle Sibirya bitki örtüsünü incelemek için görevlendirilen bitki bilimci Messerschmidt ve kendisine rehber olarak verilen İsveçli tutsak Strahlenberg, 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılmış Kırgızlara ait mezar taşlarını içeren Yenisey Yazıtları'ndan bir tanesini keşfetti. Bir yıl sonra tutsaklığı son bulan Strahlenberg İsveç'e dönüşünde bu inceleme ile ilgili izlenimlerini kitap haline getirip Stockholm'de yayınladı.Böylece Orhun yazısı bilim dünyasının dikkatini çekmiş oldu. Orhun yazıtlarından iki yüzyıl öncesine ait Yenisey Yazıtları'nın tamamına yakını bu süreçte ortaya çıkarıldı. Nihayet 1889 yılında Rus bilgini Yadrintsev, sonradan Bilge Kağan ve Kül Tigin anıtları olduğu anlaşılan Orhun Yazıtları'nı bulmuş, bunun üzerine 1890 yılında Heikel başkanlığında bir Fin heyeti, bir yıl sonra da ünlü Türkolog Radloff'un başkanlığında bir Rus heyeti bölgede incelemelerde bulunmuştur. Rus ve Fin heyetleri, anıtların fotoğraflarını alarak kitap halinde yayımlamışlar; bu yayınlar sayesinde yazıtların okunması süreci hız kazanmıştır. Sonunda Danimarkalı dil bilimci Thomsen 1893 yılında Orhun yazısını çözmeyi başarmıştır.İlk çözdüğü kelime de Tanrı olmuştur. Yazının çözülmesinden sonraki süreçte Thomsen ve Radloff anıtların metni ve çevirisi üzerinde yarışa girmişlerdir. Yazıtlar, yazıtlarda kullanılan yazı ve dil üzerindeki çalışmalar günümüzde de devam etmektedir. Yazıtların hem dil hem de yazı bakımından özgün metni ile günümüz Türkçesine çevirisini Prof. Dr. Muharrem Ergin yapmıştır.

Yazıtlar hakkında notlar [değiştir]

Orhun Yazıtları, Göktürk İmparatorluğu'nun ünlü hükümdarı Bilge Kağan devrinden kalma altı adet yazılı dikilitaştır. Moğolistan'ın kuzeyinde, Baykal gölünün güneyinde, Orhun ırmağı vadisindeki Koşo Saydam gölü Yakınlarındadır. Bu yazıtlardan Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtları, Koçho Tsaydam bölgesindeki Orhun Irmağı civarında; Bilge Tonyukuk yazıtları ise, Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarından yaklaşık 360 km uzakta, Tola Irmağı'nın yukarı yatağındaki Bayn Tsokto (Bayn Çokto) bölgesindedir. Bilge Tonyukuk yazıtlarının, (Orhun Irmağı civarında olmamasına rağmen), Orhun yazıtlarıyla birlikte düşünülmesi, anılması Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtları ile aynı döneme ait olması ve aynı konuları içermesindendir. Yazıtlar Türk dili, tarihi, edebiyatı, sanatı, töresi hakkında önemli bilgiler vermektedirler. Türk ve Türkçe adı, ilk kez Doğu Göktürkler dönemine ait bu yazıtlarda geçmektedir.....

Yazıtların üçü çok önemlidir. İki taştan oluşan Tonyukuk, 720; Köl Tigin (Kültigin), 732; Bilge Kağan, 735 yılında dikilmiştir. Köl Tigin yazıtı, Bilge Kağan'ın ağzından yazılmıştır. Kültigin, Bilge Kağan'ın kardeşi, buyrukçu ihtiyar Tonyukuk ise veziridir. Anıtların olduğu yerde yalnızca dikilitaşlar değil, yüzlerce heykel, balbal, şehir harabeleri, taş yollar, su kanalları, koç ve kaplumbağa heykelleri, sunak taşları bulunmuştur.
Kül Tigin Anıtı [değiştir]

3,35 metre yükseklikte, kireçtaşından yapılmış ve dört cephelidir. Doğu-batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 santimetredir. Kuzey-güney cepheleri de aşağıda 46, yukarıda 44 santimetredir. Üst kısım kemer şeklinde ve yukarıda beş kenarlı olarak bitmektedir. Anıttaki satırların uzunluğu 235 santimetredir. Yazıtın doğu yüzünde 40; güney ve kuzey yüzlerinde 13'er satır Göktürk harfli Türkçe metin vardır. Batı yüzünde ise, devrin Tang İmparatoru'nun Köl Tigin'in ölümü dolayısıyla gönderdiği Çince mesajına yer verilmiştir. Batı yüzde Çince yazılar dışında yazıta sonradan eklenmiş Göktürk harfli iki satır bulunmaktadır. Yazıtın kuzeydoğu, güneydoğu, güneybatı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe metinler mevcuttur. Kültigin yazıtında Göktürk tarihine ait olaylar, Bilge Kağan'ın ağzından nakledilerek birlik, bütünlük mesajı verilir. Yazıtın doğu, kuzey ve güney yüzlerinin yazıcısı, Yollug Tigin, batı yüzünün yazıcısı ise, Tang İmparatoru Hiuan Tsong'ın yeğeni Çang Sengün'dür. Kül Tigin yazıtının doğu yüzünde, bütün Türk boylarının ortak damgası olduğu sanılan dağ keçisi damgasına; doğuya ve batıya bakan "tepelik" kısımlarında ise, kurttan süt emen çocuk tasvirlerine yer verilmiştir. Yazıt, geçen yaklaşık 1300 yıllık süreç içinde önemli ölçüde tahrip olmuştur. Zira yazıtın doğu ile kuzey yüzlerini birleştiren kısım yıldırım düşmesi sonucunda parçalanmıştır. Orijinalinde kaplumbağa kaide üzerinde bulunan yazıt, bu kaidenin de parçalanması üzerine 1911 yılında, sunak taşından kesilen granit bir blok üzerine oturtulmuştur. Ayrıca bu anıt 732 yılında dikilmiştir.Kültiginn yazıtında Göktürk taihine ait olaylar,Bilge Kağan`ın ağzından nakledilerek birlik,bütünlük mesajı verilir.
Bilge Kağan Anıtı [değiştir]

Kültigin Anıtının bir kilometre uzağındadır. 734 yılında ölen Bilge Kağan adına oğlu Tenri Kağan tarafından yaptırılan bu anıt 735 yılında dikilmiştir. Yazıtta Bilge Kağan'ın ağzından devletin nasıl büyüdüğü anlatılmakta, öğütler verilmekte ve Kültigin'in ölümünden sonraki olaylar da bunlara ilave edilmektedir. Ayrıca kağanın konuşmasından başka yeğeni Yuluğ Tigin'in kayıtları da yer almaktadır. Yaklaşık 3,75 metre yüksekliğinde olan yazıt, dört cephelidir. Yazıtın doğu yüzünde 41, kuzey ve güney yüzlerinde 15'er satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır. Batı yüzünde ise, (Köl Tigin yazıtında olduğu gibi), Çince bir metne yer verilmiştir. Batı yüzün tepelik kısmının ortalarına da Göktürk harfli Türkçe manzum metin yazılmıştır. Yazıtın güneydoğu, güneybatı ve batı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe küçük metinler bulunmaktadır. Çince kitabenin altından Türkçe kitabe devam etmektedir. Ancak Çince kitabe tamamen silinmiştir. Bilge Kağan'ın ölümünden 1 yıl sonra oğlu tarafından yaptırılmıştır. Kitabede Bilge Kağan ve yeğeni Yollug Tigin'in sözleri yer almaktadır. Bilge Kağan Kitabesi hem devrilmiş, hem de parçalanmıştır. O yüzden tahribat ve silinti Bilge Kağan Kitabesinde çok fazladır. Bu abidenin etrafında yine türbe enkazı, heykeller ve balballar bulunmaktadır.

Alıntıdır- Saygılarımla
 
A

Anonymous

Guest
Roma İmparatorluğu, Roma Cumhuriyeti'nin Augustus liderliğinde M.Ö. 1.yy.'da yeniden örgütlenmesiyle kurulan Antik Roma devletidir. Uzun yıllar Akdeniz çevresinde hüküm süren Roma İmparatorluğu, Kavimler Göçü'yle başlayan karışıklıklardan sonra M.S 395 tarihinde doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı kısmı (Batı Roma İmparatorluğu) 476 yılında Kavimler Göçü'nde Avrupa'ya gelen Türklerin saldırılarına dayanamayarak yıkılmış, doğu kısmı da varlığını Doğu Roma İmparatorluğu veya Bizans İmparatorluğu olarak 1453'de Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u feth etmesine kadar sürdürmüştür.

"Roma İmparatorluğu" ünlü Latince deyiş Imperium Romanum'un çevirisi olarak da kullanılır. Bu deyişte imperium sözcüğü bir bölge, vilayet anlamında kullanılmaktadır. Roma İmparatorluğu dünyanın Romalıların egemenliği altında kalan kısmı için kullanılan bir isimdi, denilebilir. Aslında Roma kent sınırlarının aşılması ve yayılma politikası imparatorluk döneminden çok önce başlamıştı. Roma İmparatorluğu en geniş olduğu dönemde yaklaşık 5.900.000 km2 büyüklüğündeydi. Avrupa tarihinin "klasik antikite" dönemindeki en geniş imparatorluğuydu.
Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu'nun yayılımı: Kırmızı - M.Ö. 133 Turuncu - M.Ö. 44 (Cumhuriyetçi generallarin zaferlerinden sonra)Sarı - M.S. 14 (Augustus'un ölümü)Yeşil - 117 (en geniş dönemi)
Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu'nun yayılımı:
Kırmızı - M.Ö. 133
Turuncu - M.Ö. 44 (Cumhuriyetçi generallarin zaferlerinden sonra)
Sarı - M.S. 14 (Augustus'un ölümü)
Yeşil - 117 (en geniş dönemi)

Augustus'un otokrasisinden yüzyıllar önce Roma (Roma Krallığı ve Roma Cumhuriyeti) zaten İtalyan Yarımadası'nı aşmış, önemli rakiplerini yenilgiye uğratmıştı. Augustus'un reformları Roma devletini bir imparatorluğa çevirmiş, 3. yüzyılın sonlarındaki Diokletian reformuna kadar sistem büyük oranda değişmeden devam etmiştir. Diokletian reformu imparatorluğu tetrarşiye dönüştürmüştür. Her ne kadar Diokletian'ın sunduğu politik sistem kısa bir süre boyunca varlığını korusa da, imparatorluğun ikiye bölünmesine yol açmıştır. Bu da Roma'nın egemenliğinin iki yüzyıl daha boyunca, Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak sürdürmesine olanak sağlamıştır.

Batı İmparatorluğunun geleneksel çöküş tarihi 4 Eylül 476'dır. Yaklaşık binyıl sonra, 1453'te, daha çok Bizans İmparatorluğu olarak anılan Doğu Roma İmparatorluğu Osmanlıların egemenliğine geçmiştir. Augustus'tan Batı İmparatorluğu'nun Çöküşü'ne kadar Roma Batı Avrasya'da egemen olmuş, nüfusun yarısını barındırmıştır.
 
A

Anonymous

Guest
Dogal şaheser : Kapadokya

Kapadokya, (Pers dilinde “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelir). Bölge 60 milyon yıl önce; Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmıştır.

İnsan yerleşimi Paleolitik döneme kadar uzanmaktadır. Hititler'in yaşadığı topraklar daha sonraki dönemlerde Hırıstiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Kayalara oyulan evler ve kiliseler bölgeyi Hıristiyanlar için devasa bir sığınak haline getirmiştir.
Kapadokya'daki taş formasyonlarının Türkçe'de niçin "Peri bacaları" diye adlandırılmış olduklarını gösteren bir manzara.
Kapadokya'daki taş formasyonlarının Türkçe'de niçin "Peri bacaları" diye adlandırılmış olduklarını gösteren bir manzara.

Kapadokya bölgesi, doğa ve tarihin bütünleştiği bir yerdir. Coğrafi olaylar Peribacaları'nı oluştururken, tarihi süreçte, insanlar da bu peribacalarının içlerine ev, kilise oymuş, bunları fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini günümüze taşımıştır. İnsan yerleşimlerinin Paleolitik döneme kadar uzandığı Kapadokya'nın yazılı tarihi Hititlerle başlar. Tarih boyunca ticaret kolonilerini barındıran ve ülkeler arasında ticari ve sosyal bir köprü kuran Kapadokya, İpek Yolu'nun da önemli kavşaklarından biridir.

MÖ XII. yüzyılda Hitit İmparatorluğu'nun çöküşüyle bölgede karanlık bir dönem başlar. Bu dönemde Asur ve Frigya etkileri taşıyan geç Hitit Kralları bölgeye egemen olur. Bu Krallıklar MÖ VI. yüzyıldaki Pers işgaline kadar sürer. Bugün kullanılan Kapadokya adı, Pers dilinde "Güzel Atlar Ülkesi" anlamına geliyor. MÖ 332 yılında Büyük İskender Persleri yenilgiye uğratır, ama Kapadokya'da büyük bir dirençle karşılaşır. Bu dönemde Kapadokya Krallığı kurulur. MÖ III. yy. sonlarına doğru Romalıların gücü bölgede hissedilmeye başlar. MÖ I. yy ortalarında Kapadokya Kralları, Romalı generallerin gücüyle atanmakta ve tahttan indirilmektedir. MS 17 yılında son Kapadokya kralı ölünce bölge Roma'nın bir eyaleti olur.

MS III. yy'da Kapadokya'ya Hıristiyanlar gelir ve bölge onlar için bir eğitim ve düşünce merkezi olur. 303-308 yılları arasında Hıristiyanlara uygulanan baskılar iyice artar. Fakat Kapadokya baskılardan korunmak ve Hıristiyan öğretiyi yaymak için ideal bir yerdir. Derin vadiler ve volkanik yumuşak kayalardan oydukları sığınaklar Romalı askerlere karşı güvenli bir alan oluşturur.

IV. yy, daha sonra "Kapadokya'nın Babaları" olarak adlandırılan insanların, dönemi olur. Fakat bölgenin önemi, III. Leon'un ikonları yasaklamasıyla doruk noktasına ulaşır. Bu durum karşısında, ikon yanlısı bazı kişiler bölgeye sığınmaya başlar. İkonoklasm hareketi yüz yıldan fazla sürer (726-843). Bu dönemde birkaç Kapadokya kilisesi İkonoklasm etkisinde kaldıysa da, ikondan yana olanlar burada rahatlıkla ibadetlerini sürdürdüler. Kapadokya manastırları bu devirde oldukça gelişir.

Yine bu dönemlerde, Anadolu'nun Ermenistan'dan Kapadokya'ya kadar olan Hıristiyan bölgelerine Arap akınları başlar. Bu akınlardan kaçarak bölgeye gelen insanlar bölgedeki kiliselerin tarzlarının değişmesine sebep olur. XI. ve XII. yüzyıllarda Kapadokya Selçukluların eline geçer. Bu ve bunu takip eden Osmanlı zamanlarında bölge sorunsuz bir dönem geçirir. Bölgedeki son Hıristiyanlar 1924-26 yıllarında yapılan mübadeleyle, arkalarında güzel mimari örnekler bırakarak Kapadokya'yı terkettiler.

Jeolojik oluşumu [değiştir]
Tatlarini-Nevşehir
Tatlarini-Nevşehir

60 milyon eda yıl önce 3. Jeolojik devirde Toroslar yükseldi. Kuzeydeki Anadolu Platosu'nun sıkışmasıyla yanardağlar faaliyete geçti. Erciyes, Hasandağı ve ikisinin arasında kalan Göllüdağ, bölgeye lavlar püskürttü. Platoda biriken küller yumuşak bir tüf tabakası oluşturdu. Tüf tabakasının üzeri yer yer sert bazalttan oluşan ince bir lav tabakasıyla örtüldü. Bazalt çatlayıp parçalara ayrıldı. Yağmurlar çatlaklardan sızıp yumuşak tüfü aşındırmaya başladı. Isınan ve soğuyan hava ile rüzgârlar da oluşuma katıldı. Böylece sert bazalt kayasından şapkaları bulunan koniler oluştu. Bu değişik ve ilginç biçimli kayalara halk bir ad yakıştırdı: "Peri bacası".

Bazalt örtüsü olmayan tüf tabakları ise erozyonla vadilere dönüştü. İlginç şekilli oluştu. Daha sonraları insan eli, emeği ve duygusu işe koyuldu. Dokuz-on bin öncesine ait yerleşimlerden ilk Hıristiyanların kayalara oydukları kiliselere, büyük ve güvenli yer altı kentlerine kadar uzun bir dönemde büyük bir uygarlık yaratıldı.
Kapadokya'dan bir görünüm
Kapadokya'dan bir görünüm

Bölge günümüzde turizm açısından büyük bir öneme sahiptir. Avanos, Ürgüp, Göreme, Akvadi, Uçhisar ve Ortahisar Kaleleri, El Nazar Kilisesi, Aynalı Kilise, Güvercinlik Vadisi, Derinkuyu Yeraltı Şehirleri, Ihlara Vadisi, Selime Köyü, Çavuşin, Güllüdere Vadisi, Paşabağ- Zelve belli başlı görülmesi gereken yerlerdir.Kayalara oyulmuş geleneksek Kapadokya evleri ve güvercinlikler yörenin özgünlüğünü dile getirirler. Bu evler ondokuzuncu yüzyılda yamaçlara ya kayaların ya da kesme taştan inşa edilmişlerdir. Bölgenin tek mimarı malzemesi olan taş yörenin volkanik yapısından dolayı ocaktan çıktıktan sonra yumuşak olduğundan çok rahat işlenebilmekte ancak hava ile temas ettikten sonra sertleşerek çok dayanaklı bir yapı malzemesine dönüşmektedir. Kullanılan malzemenin bol olması ve kolay işlenebilmesinden dolayı yöreye has olan taş işçiliği gelişerek mimari bir gelenek halini almıştır. Gerek avlu gerekse ev kapılarının malzemesi ahşaptır. Kemerli olarak yapılmış kapıların üst kısmı stilize sarmaşık veya rozet motifleriyle süslenmiştir. Yöredeki güvercinlikler 19. yüzyılın sonları, 18. yüzyılda yapılmış küçük yapılardır. İslam resim sanatını göstermek açısından önemli olan güvercinliklerin bir kısmı manastır veya kilise olarak inşa edilmişlerdir.eda Güvercinliklerin yüzeyi yöresel sanatçılar tarafından zengin bezemeler, kitabeler ile süslenmişlerdir.
 
A

Anonymous

Guest
Mimar Sinan :

Mimar Sinan, Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğduğu tahmin edilmektedir. 1511'de Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak istanbul'a geldiği bir söylentiden ibarettir bu konuda hiçbir bilgi yoktur ancak cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan Antropolojik araştırma Türk asıllı olduğunu ortaya çıkarmıştır : mimar olarak Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferine katıldı. 1521 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad Seferine Yeniçeri olarak katıldı. 1522’de Rodos Seferine Atlı Sekban olarak katılıp, 1526 Mohaç Meydan Muharebesi'nden sonra, gösterdiği yararlıklar sebebiyle takdir edilerek Acemi Oğlanlar Yayabaşılığına (Bölük Komutanı) terfi ettirildi.

1533 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın İran Seferi sırasında Van Gölü'nde karşı sahile gitmek için Mimar Sinan iki haftada üç adet kadırga yapıp donatarak büyük itibar kazandı. İran Seferinden dönüşte, Yeniçeri Ocağında itibarı yüksek olan Hasekilik rütbesi verildi. Bu rütbeyle, 1537 Korfu, Pulya ve 1538 Moldavya seferlerine katıldı. 1538 yılında Hassa başmimarı oldu.

Mimar Sinan’ın, Mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar: Halep’te Husreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesidir. Halep’teki Hüsreviye Külliyesinde, tek kubbeli cami tarzı ile, bu kubbenin köşelerine birer kubbe ilave edilerek yan mekanlı cami tarzı birleştirilmiş ve böylece Osmanlı mimarlarının İznik ve Bursa’daki eserlerine uyulmuştur. Külliyede ayrıca, avlu, medrese, hamam, imaret ve misafirhane gibi kısımlar bulunmaktadır. Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesinde renkli taş kakmalar ve süslemeler görülür. Külliyede cami, türbe ve diğer unsurlar ahenkli bir tarzda yerleştirilmiştir. Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseri olan Haseki Külliyesi, devrindeki bütün mimari unsurları taşımaktadır. Cami, medrese, sübyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşmeden oluşan külliyede cami, diğer kısımlardan tamamen ayrıdır.

Mimar Sinan’ın Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, onun sanatının gelişmesini gösteren basamaklardır. Bunların ilki İstanbul'daki Şehzade Camii ve külliyesidir. Dört yarım kubbenin ortasında merkezi bir kubbe tarzında inşa edilen Şehzade Camii, daha sonra yapılan bütün camilere örnek teşkil etmiştir.

Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Kendi tabiriyle kalfalık döneminde, 1550-1557 yılları arasında yapılmıştır.
Selimiye Camii'nden bir görünüş
Selimiye Camii'nden bir görünüş

Mimar Sinan’ın en büyük eseri ise, ****en yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" diye takdim ettiği, Edirne’deki Selimiye Camiidir (1575).

Mimar Sinan, Mimarbaşı olduğu sürece birbirinden çok değişik konularla uğraştı. Zaman zaman eskileri restore etti. Bu konudaki en büyük çabalarını Ayasofya için harcadı. 1573’te Ayasofya’nın kubbesini onararak çevresine, takviyeli duvarlar yaptı ve eserin bu günlere sağlam olarak gelmesini sağladı. Eski eserlerle abidelerin yakınına yapılan ve onların görünümlerini bozan yapıların yıkılması da onun görevleri arasındaydı. Bu sebeplerle Zeyrek Camii ve Rumeli Hisarı civarına yapılan bazı ev ve dükkanların yıkımını sağladı.

İstanbul caddelerinin genişliği, evlerin yapımı ve lağımların bağlanmasıyla uğraştı. Sokakların darlığı sebebiyle ortaya çıkan yangın tehlikesine dikkat çekip bu hususta ferman yayınlattı. Günümüzde bile bir problem olan İstanbul’un kaldırımlarıyla bizzat ilgilenmesi çok ilgi çekicidir.

Mimar Sinan 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 365 eser vermiştir. Büyükçekmece Köprüsü üzerinde kazılı olan mührü şöyledir: Elfakiru Hakir Ser Mimaranı Hassa.

Eserlerinin bir kısmı İstanbul’dadır. 1588’de İstanbul’da vefat eden Mimar Sinan, Süleymaniye Camii'nin yanında kendi yaptığı sade türbeye gömüldü.

Mimar Sinan Türbesi, İstanbul Müftülüğü'nün sütunlu kapısından çıkınca hemen solda, iki caddenin kesiştiği noktada Fetva Yokuşu sonunda solda, Süleymaniye Camii'nin Haliç duvarının önünde, beyaz taşlı sade bir türbedir.

Eserleri [değiştir]

Mimar Sinan'ın eserleri 85 cami, 52 mescid, 57 medrese, 75 darülkurra, 12 türbe, 94 imaret,122 darüşşifa,222 suyolu kemeri, 9 köprü, 59 kervansaray,433 ev 48 hamamdır. Kabe'nin kubbelerini tamir etmiş, Ayasofya'yı onarmış ve iki minare yapmıştır.

İstanbul [değiştir]
Tophane-i Âmire Binasının İçinden Kılıç Ali Paşa Camii
Tophane-i Âmire Binasının İçinden Kılıç Ali Paşa Camii

* Süleymaniye, Şehzade, Haseki, Mihrimah, Osmanşah Valide, Sultan Bayazıd Kızı, Kara Ahmed Paşa, Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, İbrahim Paşa, Bali Paşa, Hacı Evhad, Abdurrahman Çelebi, Kapıağası Mahmud Ağa, Odabaşı, Hace Hüsrev, Hamami Hatun, Defterdar Süleyman Çelebi, Ferah Kethüda, Drağman Yunus, Hürrem Çavuş, Sinan Ağa, Ahi Çelebi, Süleyman Subaşı, Zal Mahmud Paşa, Nişancı Paşa, Şah Sultan, Emir Buhari, Merkezefendi, Çavuşpaşa Camii, Turşucuzade Hüseyin, Kasımpaşa, Azapkapı Sokollu, Kılıç Ali paşa, Molla Çelebi, Ebülfazl, Şehzade Cihangir, Sinan Paşa, Üsküdar Mihrimah, Üsküdar Valide, Şemsi Paşa, İskender Paşa, Çoban Mustafa Paşa, Pertev Paşa, Çatalca Ferhat Paşa,

* Drağman Yunus Camii, Haseki Camii, Atik Valide Camii, Hadım İbrahim Paşa Camii, Sinan Paşa Camii, Sokollu Mehmed Paşa Camii, Kara Ahmed Paşa Camii, Ferruh Kethüda Camii, Molla Çelebi Camii, Piyale Paşa Camii, Mimar Sinan Camii, Azapkapı Sokollu Camii, Zal Mahmud Paşa Camii, Kılıç Ali Paşa Camii, Şemsi Ahmed Paşa Camii, Nişancı Mehmed Paşa Camii, Hacı Evhad Camii, Ramazan Efendi Camii, Mesih Paşa Camii

Anadolu [değiştir]

* Sapanca Rüstem Paşa, Samanlı Rüstem Paşa, Ferhat Paşa, İzmit Mehmet Bey, Kayseri Osman Paşa, Hacı Paşa, Ankara Cenabi Ahmed Paşa, Erzurum Lala Mustafa Paşa, Çorum Sultan Alaaddin, İzmit Abdüsselam, İznik Eski Cami, Halep Hüsrev Paşa, Manisa Sultan Murat, Kütahya Orhan Gazi, Kütahya Hüseyin Paşa, Bolvadin Rüstem Paşa, Karapınar Sultan Selim, Şam Sultan Süleyman, Hafsa Sokollu Mehmed Paşazade, Ereğli Ali Paşa, Isparta Firdevs Bey, Ulaşlı Memikethüda, Gözleve Tatarhan, Tırhala Osman Paşa, Kayseri Hacı Paşa.

Rumeli [değiştir]

* Sofya Bosnevi Mehmed Paşa, Hersek Sofu Mehmed Paşa, Rusçuk Rüstem Paşa, Budin Mustafa Paşa, Lüleburgaz Sokollu, Edirne Haseki Sultan, Edirne Selimiye, Edirne Mahmud Paşa, Edirne Defterdar Mustafa Çelebi, Babaeski Ali Paşa.

Mescid [değiştir]

Mimar Sinan, Müftü Çivizade, Üçbaş, Şerifezade, Mehmed Çelebi,Simkeş, Hacegizade, Çavuş, Çivizade, Takkeci Ahmed, Hacı Nasuhi, Kasap Hacı İvaz, Tabak Hacı,İbrahimpaşa eşi, Bayram Çelebi, Kürkçübaşı, Kemhacılar, Kuyumcular, Hersek bodrumu,Yayabaşı, Abdi Subaşı, Hüseyin Çelebi, Hacı İlyas, Duhanizade, Kadızade, Tüfenkhane, Sarayağası, Dökmecibaşı, arpacıbaşı, Hekim Kaysunizade, Ahmet Çelebi, Yahya Kethüda, Hasan Çelebi, Süheyl Bey, ilyaszade, Sarrafbaşı, Süleyman, Pazarbaşı Memi, Kethüda, Büyükçekmece Sokollu, Hacıpaşa, Saraçhane, Sarraf, Sulumanastır Abdi, Kürkçübaşı, Şeyh Ferhat.

Türbe [değiştir]

Sultan Süleyman, Şehzade Mehmed, Hüsrev Paşa, Sultan Selim ve şehzadeler, Rüstem Paşa, Ahmed Paşa (Topkapı), Sokollu ve çocukları, Siyavuş Paşa, Zal Mahmud, Şemsi Ahmed Paşa, Yahya Efendi, Arap Ahmed Paşa, Hayreddin Paşa, Kılıç Ali Paşa, Pertev Paşa, Şahıhuban Kadın, Ahmed Paşa (Yenikapı), Hacı Paşa.


Köprü [değiştir]

Büyükçekmece, Silivri, Meriç Mustafapaşa, Marmara, Tekirdağ Sokollu, Halkalı Odabaşı, Haramidere Kapıağası, Sinanlı Sokollu, Vişegrad Sokollu.Mimar Sinan bu eserlerinde çok başarılıdır.Çoğu hala sağlamdır.

İmaret [değiştir]

İstanbul Sultan Süleyman, Mekke Haseki, Karapınar Sultan Selim, Şehzade, Medine Haseki, Edirne Mustafa Paşa, Şam Sultan Süleyman, Çorlu Sultan Selim, Üsküdar Valide, Üsküdar Mihrimah, Manisa Sultan Murat, Rusçuk Rüstem Paşa, Sapanca Rüstem Paşa, Lüleburgaz Sokollu, Hafsa Sokollu, Gebze Mustafa Paşa, Bosna Sokollu.


Kervansaray [değiştir]

Sultan Süleyman, Büyükçekmece Sultan Süleyman, Rusçuk Rüstem Paşa, Bitpazarı Kebeciler, Galata Kurşunlu, Bursa Ali Paşa, Bitpazarı Ali Paşa, Vefa Pertev Paşa, Ilgın Lala Mustafa Paşa, Sapanca Rüstem Paşa, Samanlı Rüstem Paşa, Karıştıran Rüstem Paşa, Akbıyık Rüstem Paşa, Karaman Ereğli Rüstem Paşa, Ipsala Hüsrev Kethüda, Hafsa Sokollu, Lüleburgaz Sokollu, Edirne Rüstem Paşa, Edirne Ali Paşa.Yapılan bu kervan saraylara gelen yolcular 3 gün bedava kalabiliyorlardı 3 günde dinlenmelerine yeterli bir gündür

Mahzen [değiştir]

Galata, Tersane, Topkapı Sarayı, Hasbahçe, Unkapanı.

Medrese [değiştir]

Mekke Sultan Süleyman, 6 yerde Sultan Süleyman, Halıcılar, Sultan Selim, Edirne sultan Selim, Çorlu Sultan Süleyman, Şehzade, Haseki, Kariye, Üsküdar Mihrimah, Edirnekapı Mihrimah, Kadırga Sokollu, Eyüp Sokollu, Aksaray Osmanşah Validesi, Rüstem Paşa, Ali Paşa, Ahmed Paşa, Sofu Mehmed Paşa, İbrahim Paşa, Sinan Paşa, İskender Bey, Kasım Paşa, Babaeski Ali Paşa, Gebze Mısırlı Mustafa Paşa, İzmit Ahmet Paşa, Esekapı İbrahim Paşa, Şemsi Ahmed Paşa, Kapıağası Mahmud Ağa, Kapıağası Cafer Ağa, Ahmet Ağa, Müftü Hamid Efendi, Malul Emir Efendi, Ümmülveled, Üçbaş, Kazasker Perviz Efendi, Fatih Hacegizade, Ağazade, Yahya Efendi, Abdüsselam Bey, Tuti Kadı, Hekim Mehmed Çelebi, Hüseyin Çelebi, Emir Sinan Efendi, Şahkulu, Drağman Yunus, Karcı Süleyman, Hacıhatun, Defterdar Şerifezade, Kadı Hekim Çelebi, Babaçelebi, Kirmastı, Sekban Ali Bey, Altımermer, Mehmed Bey, Hüseyin Çelebi,Gülfem Hatun, Ankara Hüsrev Kethüda.


Darülkurra [değiştir]

Sultan Selim, Üsküdar Valide, Hüsrev Kethüda, Eyüp Sokollu, Küçükkaraman Müftü Sadi, Bosna Sokollu,Müftü Kadızade.


Darüşşifa [değiştir]

Sultan Süleyman, Haseki, Üsküdar Valide.Hastahene demektir.Günümüzün hastaheneleri görevini yaparr.

Hamam [değiştir]

Sultan Süleyman, 3 tane Topkapı Sarayında, 3 Üsküdar Sarayında, Haseki, Hasekisultan, Üsküdar Valide, Karapınar sultan selim, Cibali Valide, Edirnekapı Mihrimah, Lütfü Paşa, Galata Sokollu, Edirne Sokollu, Yenibahçe Kocamustafapaşa, Silivrikapı İbrahim Paşa, Sulumanastır Kapıağası, Beşiktaş Sinan Paşa, Fındıklı Molla Çelebi, Tophane Kılıç Ali Paşa, Fenerkapısı Kaptan paşa, Macuncuçarşısı, Hafsa sokollu, Merkezefendi, Nişancı Paşa, Hüsrev Kethüda, İzmit, Çatalca, Sapanca Rüstem Paşa, Kayseri Hüseyin Bey, Sarıgüzel, Zeyrek Barbaros, Karagümrük Barbaros, Tophane Yakup Ağa.


Saray [değiştir]

Eskisaray, Topkapı, Üsküdar, Galata, Atmeydanı, Yenikapı, Kandilli, Fenerbahçe, İskender Çelebi, Halkalı, Rüstempaşa, Kadırgalimanı ve Ayasofya ve Üsküdar ve Halkalı ve Atmeydanı'nda Sokollu, Siyavuş Paşa, Ali Paşa, Ferhat Paşa,Pertev Paşa, Sinan Paşa, Sofu Mehmed Paşa, Mahmud Paşa, Şahıhuban, 2 Pertev, Rüstem, Sinan Paşa, Ahmed Paşa, Ali Paşa, Rüstemçelebi, Bosna Sokollu, Üsküdar Rüstem Paşa.
 
A

Anonymous

Guest
Asterixde hep duydugumuz Galya Ülkesi :

Fransa'nın eski adıdır. Eski Galya, aşağı yukarı bugünkü Fransa topraklarının ancak, Ren Irmağı'na kadar uzanan kısmını kapsar. Bu geniş bölgede yaşayan Galyalılar aslında, M.Ö. I. binyılda Güney Almanya'dan gelen ve Galya'yı istilâ eden Keklerdir. M.Ö. VI. yy. sonlarında ikinci bir Kelt istilâsı olmuş, bu istilâcılar önceden yerleşmiş halklara karışarak, Galyalılar adı verilecek olan yeni bir halk oluşturmuşlardı. M.Ö. III. yy. sonlarında, Ren Irmağı'ndan Pireneler'e, Manş Denizi'nden Provence kıyılarına kadar Keltler, yerleşmelerini tamamlamış oluyorlardı.

Kelt uygarlığı

Galyalıların birçok tanrısı vardı. Onlara açıklanamaz gibi gelen her şeye, gökcisimlerine, rüzgârlara tapınırlardı. Ruhun ölümsüzlüğüne de inanıyorlardı. Çok iyi çiftçiydiler, toprağı tekerlekli sabanla sürüyorlardı; dökmecilik, kuyumculuk, çömlekçilik sanatında usta zanaatçılardı. Ticaretleri de gelişmişti. Buğday ve tuzlama etin şarap ve zeytinyağı ile takas edilmesi, M.Ö. III. yy.da paranın kullanılmasına yol açacaktı.

Roma Fethi

Massalia'daki (Marsilya) Foça kolonisi, Galya'yı fethetmek için, Romalılara başlangıç noktası oldu. Romalılar M.Ö. 154 yılında, bu sitenin çağrısı üzerine, onları komşu kabilelere karşı korumak için, işe karıştılar. Böylece Galya'nın güneyine yerleşip yavaş yavaş Akdeniz kıyısını işgal ettiler, yönetim merkezi Narbonne olan Provence eyaletini kurdular ve İspanya'ya giden bir ticaret yolu açtılar.

Zaten sarsılmış bulunan Galya, Kimber ve Toton istilâsıyla (M.Ö. 109-101) bir defa daha sarsılmış, yakılıp yıkılarak pek zayıf düşmüştü. M.Ö. 60'a doğru, Germenler tarafından tehdit edilen Galyalılar, Provence valisi Sezar'dan yardım istediler ve Sezar, istilâcıları püskürttü. Roma'nın fethi gerçek anlamıyla, askerlerini Galya'nın hemen hemen her yerine yerleştiren Sezar ile başlamış ve M.Ö. 54 yılına doğru, Sezar kendisini bu ülkenin hâkimi sayabilecek duruma gelmişti.

Galyalılar bağımsızlıklarını yitirdikleri zaman genç Vercingetorix'in ardında toplandılar, ama bu önder düşmana yenildi (M.Ö. 52) ve Romalılar, Galya'ya kesinlikle egemen oldular.

V. yy .da, göçmen kavimler Galya'yı istilâ edince Roma İmparatorluğu dağıldı. Ortaya çıkan kargaşalıktan, ülkenin ekonomisi büyük zarar gördü. Ama çok geçmeden eski Galya, Frank kralı Clovis'in buyruğunda yeniden birleşecek ve yavaş yavaş Fransa haline gelecekti.

Alesia

M.Ö. 52 yılında Alesia'ya çekilen Vercing6torix orduları, Sezar ile lejyonları tarafından kuşatıldı. Romalılar şehri kuşattılar, hendekler kazdılar, çitler, tahta perdeler diktiler, insan tuzakları kurdular. Galya'nın her yanından akın akın yardım gönderildi, ama Vercingetorix son bir çatışmadan sonra, yurttaşlarının canını kurtarmak için teslim olmağa karar verdi.
 
A

Anonymous

Guest
Istanbulun fethi

Sultan II. Mehmed, İstanbul'un fethine karar verdiğinde o zamanki başkent Edirne İstanbul'un aşılamaz olarak bilinen surlarını yerle bir edebilmek için o güne kadar görülmemiş büyüklükteki, şahi olarak bilinen topları döktürmüştü. II: Mehmed ayrıca, hazırlanmakta olan bu topların yanısıra, Bizans'a denizden gelebilecek yardımları engellemek için Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilmiş olan Anadolu Hisarı'nın karşısına Rumeli Hisarı'nı (Boğazkesen Hisarı) yaptırdı.

Yapılan hazırlıkların kendisine yönelik olduğunu anlayan Bizans İmparatoru Konstantin, Sultan II. Mehmed'i hediyelerle vazgeçirmeye çalışırken, bir yandan da Avrupa devletlerine elçiler yollayarak onları durumdan haberdar ediyor ve yardım istiyordu. Ancak 1054 yılında Hıristiyanlığın Katolik Kilisesi ve Ortodoks Kilisesi olarak ikiye ayrılması sebebiyle, Papa V. Nikola Bizans'ı desteklemeyi pek düşünmüyordu. Bazı İtalyan şehir devletleri askeri birliklerini Bizans'a yardımcı olmak amacıyla İstanbul'a yollasa da, Avrupa'nın büyük devletleri Bizans'ı desteklememe kararı almışlardı. Yardımlarla birlikte Bizans ordusu, 2.000'i paralı olmak üzere 19.000 askerden oluşuyordu. Şehri savunan duvarlar, 22,5 km.yi bulan uzunluklarıyla dönemin en güçlü surları olarak biliniyordu.

Sultan II. Mehmed, 20.000 yeniçerinin de dahil olduğu 100.000 kişilik bir kuvveti yönetiyordu. Rumeli Hisarı'nı inşa ettirmenin yanısıra bir de donanma kurdurmuştu. Ordusunu İstanbul civarında toplamış; bu arada, yardım göndermelerini önlemek amacıyla bazı Balkan devletlerine ordular göndererek, gelebilecek yardımları önleme, yardım yollamayı düşünenlere ise gözdağı verme yoluna gitmiştir. Durumun giderek ümitsizleştiğini gören Bizans İmparatoru, surların önüne geniş hendekler açtırmış, Haliç'in güvenliğini sağlamak amacıyla da girişine zincir çektirmişti.

Kuşatma [değiştir]
Sultan II. Mehmed donanmasına emir verirken
Sultan II. Mehmed donanmasına emir verirken

Ordusu ile İstanbul'un önünde bulunan Sultan II. Mehmed, Bizans İmparatoru'na elçi göndererek teslim olması çağrısında bulunmuş, ancak reddedilmişti. Bunun üzerine tarihteki 29. ve en son İstanbul kuşatması başladı.

Kuşatma, Türk topçusunun, surları top ateşine tutmasıyla başladı. Bizans ordusu ise, surlarda açılan gedikleri kapatmaya çalışıyordu. Osmanlı, donanması ile de Haliç'i zorluyor fakat zinciri aşamadıkları için gemiler Haliç'e giremiyordu. Günlerdir süren kuşatmanın henüz başarı getirememiş olması ve Ceneviz donanmasından gelen yardımın Boğaz'ı geçerek Haliç'e girmesi Sultan II. Mehmed'i sinirlendirmiş ve atını boğazın sularına sürerek donanmasına emirler yağdırmış, komutanlarına da, saldırı için orduyu hazırlamalarını emretmişti.. Kuşatmadan vazgeçilmesi teklifi üzerine Fatih, şu sözü söylemiştir: "Ya ben İstanbul'u alırım ya da İstanbul beni"

Saldırı hazırlıkları [değiştir]

Sultan II. Mehmed, Theodosius Surları'na ve şehrin su ile çevrili olmayan tek bölgesini batıdan gelebilecek saldırılardan koruyan hendeklere saldırmayı tasarladı. Ordu 2 Nisan 1453'te şehrin doğusuna yerleşti. Toplar haftalarca surları dövdü fakat yeterli gedik açamadı. Topların yeniden doldurulmaları zaman aldığı için, her atıştan sonra Bizanslılar hasarın çoğunu tamir edebiliyorlardı.

Daha sonra, yeraltı tünelleri yapıp surların altını kazarak yarma yolunu denediler. Kazıcıların çoğu, Sırp Despot'u tarafından Nvo Brdo'dan gönderilen Sırplardı ve Zağnos Paşa'nın emri altındaydılar. Lakin Bizanslılar, Johannes Grant adında, Alman olduğu söylense de muhtemelen İskoç olan bir mühendisi görevlendirdiler. Johannes karşı tüneller kazdırdı ve Bizans birlikleri tünellere girip Osmanlı işçilerini öldürdüler. Diğer tüneller de suyla dolduruldu. Son olarak Bizanslılar önemli bir mühendisi esir alıp işkence yaparak, sonradan yıkılan tünellerin hepsinin yerini öğrendiler.

Sultan II. Mehmed, şehrin ödemeyeceğini bildiği çok büyük vergi karşılığında ablukayı kaldırmayı önerdi. Bu da geri çevrilince, Bizanslı askerlerin kendi birlikleri tükenmeden önce bitkin düşeceğini bilerek saf güçle duvarları alt etmeyi tasarladı.
Sultan II. Mehmed'in karadan yürüttüğü gemiler
Sultan II. Mehmed'in karadan yürüttüğü gemiler

29 Mayıs sabahı saldırı başladı. Hücumun ilk dalgasını, mümkün olabildiği kadar çok Bizans askerini öldürmeye niyetli acemi askerler olan azaplar oluşturuyordu. Ayrıca Haliç'ten de baskı uygulayabilmek için gece yağlı kütükler üzerinde karadan Haliç'e taşınan gemiler, o sabah Bizans askerlerine kötü bir sürpriz olmuştu. Anadolululardan oluşan ikinci dalga, şehrin kuzeydoğusundaki, topla kısmen hasar almış Blachernae Surları'nın (okunuşu: blakernai ) bir bölümüne odaklanmıştı. Uzun süren bu çarpışmalar sonucunda Ulubatlı Hasan adındaki bir yeniçeri, aldığı kırk ok darbesine1 rağmen hayatta kalarak Osmanlı sancağını dikmiş, bununla ateşlenen Osmanlı ordusu 29 Mayıs 1453'te İstanbul'un surlarını aşmıştı.

Ancak savaş henüz bitmemişti. Hayatta kalan Bizans askerleri, Osmanlı askerleriyle sokak aralarında çarpışıyorlardı. Kısa süren bu çatışmalardan sonra Bizans ordusu yenilmiş ve Sultan II. Mehmed önderliğindeki Osmanlı ordusu İstanbul'a tamamen hâkim olmuştu.

Fethin sonuçları [değiştir]

O günün dünyasındaki en önemli şehirlerden olan İstanbul'un işgali, gerek dünyada gerekse Anadolu'da birçok etki yaratmıştı.

İç sonuçlar [değiştir]

1. O zamana kadar sadece bir devlet olan Osmanlı, artık bir imparatorluk haline gelmişti.
2. Anadolu ve Balkanlar arasındaki geçişlerde bir engel olan 1000 yıllıkBizans yıkılmış, arada engel kalmamıştı.
3. Birçok kere Osmanlı şehzadelerini ve Avrupa ülkelerini kışkırtan Bizans artık bunu yapamayacaktı.
4. Müslüman dünyasında Osmanlı Devleti daha saygın bir hale gelmişti.
5. Müslümanların peygamberi Hz. Muhammed'in hadis-i şerifindeki o kumandan, Fatih Sultan Mehmed olmuş ve peygamberinin övgüsünü almıştı

Dış sonuçlar [değiştir]

1. Avrupa ve Balkan devletlerinin Osmanlı'yı Balkanlar'dan atma çabaları sonuçsuz kalmıştı.
2. İstanbul'dan İtalya'ya kaçan sanatkârlar ve bilim adamları, rönesans ve reform hareketlerini hızlandırmışlardı.
3. Dünyanın en büyük imparatorlndan olan Doğu Roma İmparatorluğu tamamen yok olmuştu.
4. Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ başlamıştı.
5. Ticaret yollarının birer birer Türklerin eline geçmesi Avrupalıları yeni ticaret yolları bulmaya zorladı ve coğrafi keşifler ortaya çıktı.
6. Büyük ve kalın surların toplarla yıkılabileceğini gören Avrupa, bu yöntemi derebeylikler üzerinde denemiştir. Böylelikle küçük derebeylikler yıkılıp yerine büyük krallıklar kurulmuştur.
7. İstanbul'dan ayrılan Bizanslı bilginler, Avrupa'da Reform hareketlerini başlatmışlardır.

Bu fetih bir nevî Avrupa'nın (İngiltere'nin) Amerika kıtasını keşfinin yolunu açmıştır. Zirâ bu keşifle ticaret yolları kapanan Avrupalılar başka yollar bulmak zorundaydılar. Bu keşif buna bir vesile olmuştur.
 
A

Anonymous

Guest
Yünan Mitolojisinde Tanrı ve Tanrıçalar :

Grek Tanrıları ve Tanrıçaları dendiğinde ilk akla gelen, Titanları altetmiş ve yönetimi ele almış olan Zeus ve ailesidir. Onlara 12 Olymposlu denmektedir. Olympos'ta yaşadıkları ve 12 adet oldukları için tabii ki !! :-) İsterseniz bu tanrıçaları ve tanrıları kısaca tanıyalım. Onların bahsi Destanlar ve Söylenceler kısmında sık sık geçecek zaten...

Ben birçok kaynaktaki gibi ırkçılık ve cinsiyet ayrımı yapmadan, alfabetik sırayla anlatıyorum...

Aphrodite
Aphrodite, aşkın, cinsel isteklerin ve güzelliğin tanrıçasıdır. Doğal yeteneklerinin yanında, herkesin kendini arzulamasını sağlayan büyülü bir kuşağı vardır. Doğumu hakkında iki söylenti vardır. İlki onun Zeus ve Dione'un kızı olduğunu anlatır. İkincisi, Cronos hadım edildiğinde denize atılmış olan organından damlayan kanlardan doğduğunu ve kocaman bir midye içinde Kıbrıs'ta karaya çıktığından bahseder. Hephaestus'un karısıdır. Ağacı mersin, hayvanları güvercin, kuğu ve serçedir.


Apollo



Apollo, Zeus ve Leto'nun oğlu, Artemis'in ikiz kardeşidir. Altın bir lir çalar; müziğin tanrısıdır. Gümüş bir yayı en uzağa o atabilir; okların tanrısıdır. Tıbbı insanlara o öğretmiştir; iyileştirici tanrıdır. Asla yalan söylemez; ışığın ve gerçeğin tanrısıdır. Apollo her sabah, 4 atlı arabasını gökyüzünü başından sonuna dolaşır ve güneş doğar. Delphi'de bir nasihatçı olrak tanınır. Yunanistanin dört bir yanından insanlar ondan nasihat almak için Delphi'ye gelirler.
Kutsal ağacı defne, hayvanları yunus ve kargadır.


Ares



Ares, Zeus ve Hera'nın oğludur. Ne annesi ne de babası tarafından pek sevildiği söylenemez. Savaş tanrısıdır. Öldürücü ve kana susamış bir tanrıdır ama bir yandan da korkağın tekidir. Aphrodite'le yatakta yakalanınca, kocası Hephaestus tarafından herkesin içinde alay konusu edilmiştir. Akbaba ve köpek kutsal hayvanlarıdır.


Artemis

Artemis, Zeus ve Leto'nun kızı, Apollo'nun ikiz kardeşidir. Vahşi hayvanların ve avın tanıçasıdır. Gençlerin koruyucusudur. Apollo gibi o da gümüş oklarla atış yapar. Erdemin, namusun simgesidir. Çocukarın doğumlarını yönetir (doğumunda Leto'ya hiç acı çektirmemiştir.) Kutsal ağacı servidir. Özellikle geyik olmak üzere tüm hayvanlar ona kutsaldır.


Athena



Athena Zeus'un en sevgili kızıdır. Athena (Minerva) was the daughter of Zeus. Yetişkin, zırhlı ve silahlı bir şekilde, babasının kafasından fırlayarak doğmuştur. Savaşta acımasız ve cesurdur ancak sadece şehri düşmanlardan korumak için savaşmır. Şehrin, el sanatlarının, tarımın ve zekanın tanrıçasıdır. Yuları icat ettip, insanların atı evcilleştirmesini sağlamıştır. Trompet, flüt, çömlek, tırmık, saban, gemi ve savaşta kullanılan at arabası onun icatlarındandır. Bilgelik, akıl ve saflık tanrıçasıdır. Zeus'un en sevdiği çocuğu olduğu için, şimşekleri dahil, babasının tüm silahlarını kullanmaya izni vardır. Kutsal şehri Atena, ağacı zeytin ve hayvanı baykuştur.


Hades



Hades de Zeus'un kardeşidir. Ölülere hükmeden yeraltı tanrısıdır. Kullarının sayısını artırmak için delice uğraşan, açgözlü bir tanrıdır.
Erynyes'ler onun değerli misafirleridir. Onu ziyarete gelenlerin yeraltı dünyasını terketmeleri konusunda da oldukça isteksizdir.
Aynı zamanda, yerden çıkan değerli metaller onu bolluk çokluk ve servet tanrısı yapmıştır. Onu görünmez yapan bir miğferi vardır. Yeraltı dünyasından pek ayrılmazdı. Acımasız ve hatta korkunçtu ama sözünden dönmezdi ve kaprisli bir tanrı değildi; bilmem bu son iki özellik onu pek affedilir kılar mı Zorla kaçırdığı Persephone ile evlidir. Ölümün tanrısıdır, ama Ölüm de başlıbaşına bir tanrıdır: Thatanos.


Hephaestus



Hephaestus, Zeus ve Hera'nın oğludur. Fiziksel olarak son derece çirkin ve topal olan tek tanrıdır. Ateşin ve demirin tanrısıdır. Tüm tanrıların zırhlarını ve silahlarını o yapar. Demir işlemek için bir volkanı kullanır. Kibar ve barıştan hoşlanan bir tanrıdır. Aphrodite ile evlidir.


Hera



Hera, Zeus'un kızkardeşidir. Sonradan karısı da olmuştur. Oceanus ve Tethys adlı Titanlar tarafından büyütülmüştür. Evliliğin koruyucusudur ve evli kadınlara özel bir ilgi gösterir. Biçok mitolojik anlatı, Hera'nın Zeus'un kendisine sadakatsizliğine karşı aldığı öçlerden, kıskançlığından bahseder. Kutsal hayvanları inek ve tavuskuşudur. Argos, en sevdiği şehirdir.


Hermes



[

Hermes, Zeus ve Maia'nın oğludur. Zeus'un habercisidir. Tanrıların en hızlısıdır. Kanatlı sandaletleri ve şapkası vardır; bir de büyülü değnek taşır. Hırsızların ve ticaretin tanrısıdır. Yeraltı dünyasına ölülerio götürür. Liri, kavalı, notaları, astronomiyi, ölçü birimlerini ve sporu icat etmiştir.


Hestia



Hestia, Zeus'un kızkardeşidir. Bakire bir tanrıçadır. Evlerin düzeninden sorumlu olan tanrıçadır. Yeni bir çocuk doğduğunda aileye kabul edilmeden önce onu kutsayandır. Her şehrin Hestia'ya kutsanmış herkese açık bir yer vardır. Burda devamlı ateş yakılır ve asla söndürülmez.


Poseidon



Poseidon, Zeus'un kardeşidir. Denizler tanrısıdır. (Neptune) was the brother of Zeus. Ona tapınan deniz yaratıkları arasında itibarı büyüktür. Titan Oceanus'un büyük torunlarından Amphitrite, ile evlidir. Silahı dünyayı sallayabilen ve herşeyi paramparça edebilen üç dişli bir çataldır. Zeus'tan sonra diğer tanrılar arasında en güçlü olandır. Okyanus'un derinliklerinde, mercanlar ve deniz çiçekleriyle süslenmiş, fosforlu kızıl bir ışıkla aydınlanan, altından muhteşem bir sarayı vardır. Yunusların, deniz atlarının ve diğer deniz canlılarının çektiği iki tekerli arabasıyla ilerler.


Zeus



Babası Cronos'un hükümdarlığını yıkıp yerine geçip tüm tanrıların üstün yöneticisi olan Zeus, göklerin ve yağmurun tanrısı; bulutları da o biraraya getirirdi. Onu kızdıranlara fırlattığı şimşekler silahıydı. Hera'ya evliydi ama çapkınlıkları ve güzel kadınlara zaafıyla ünlüdür. Bir kartal, keyfinin kayhası olarak hizmetindeydi. Getir-götür işleri ve sakiliğini Ganymede yapardı. Ganymede o kadar güzel bir çocuktu ki, Zeus onu Ida dağından kaçırıp Olympos'a getirerek ölümsüz yapmıştı. Zeus ayrıca, yeminlerini bozanların ve yalan söyleyenlerin cezalandırıcısıdır. Ağacı meşe, akıl hocası meşe ağaçlarının vatanı olan Dodona'dır.
__________________
 
A

Anonymous

Guest
Truva :

Troya (Truva, Yunanca: Τροία, Troia veya Ίλιον, İlion, Latince: Troia veya Ilium) Homeros tarafından yazıldığı sanılan iki manzum destandan biri olan İlyada'da bahsi geçen Troya savaşının geçtiği antik kent. Antik İda Dağı'nın (Kaz Dağı) eteklerinde, Çanakkale il sınırları içinde yer alır.

Günümüzde Türkiye sınırları içinde yer alan Troya kentinin adı Fransızcanın etkisiyle bu dildeki Troie kelimesinin okunuşundan Türkçeye Truva olarak da geçti ve yaygınlaştı.

Bugünkü Hisarlık (39°58′K 26°13′D ) mevkinde 1870'lerde Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından keşfedilen antik şehrin kalıntılarında ondan daha sonra yapılan kazılar sonucunda, aynı yerde yedi kez -farklı dönemlerde- kent kurulduğu ve farklı dönemlere ait 33 katman olduğu saptanmıştır. Schliemann Troya'da bulduğu hazineyi önce Yunanistan'a kaçırmıştır. II. Dünya Savaşı'ndan önce Almanya'da olduğu bilinmekte olan hazine daha sonra kayıplara karışmış ve yakın zamana dek hazine hakkında bilgi alınamamıştır. Fakat kısa zaman önce Ruslar bu hazinenin kendilerinde olduğunu açıklamışlardır.
Truva Filmi (2004) için yapılan tahta at, Çanakkale
Truva Filmi (2004) için yapılan tahta at, Çanakkale


Troyalılar, Sardis kökenli Herakleid hanedanının yerine geçmiş ve Anadolu'yu 505 yıl boyunca Lidya krallığı Candaules (MÖ 735-718)dönemine dek yönetmişlerdir. İonlar, Kimmerler, Frigyalılar, Miletliler onlardan sonra Anadolu'da yayılmış, ardından MÖ 546 yılında Pers istilası gelmiştir.

Troya'lı kahramanlar [değiştir]

Dardanus (Troya'nın kurucusu ve Çanakkale Boğazı'nın isim babası), Laomedon, Ganymede, Priamos, Paris, Hector, Teucer, Aesacus, Oenone, Tithonus, Antigone, Memnon, Corythus, Aineias, Brutus, Elymus.
 
A

Anonymous

Guest
Atilla:

Attila (406-453), Avrupa Hun Devleti'nin imparatoru. Mete'nin 19. kuşaktan torunudur. Babası Muncuk Han'dır.Amcası Roa,onu babası öldükten sonra bozkırda tek başına yaşamaya çalışırken buldu ve yanına aldı.Vizigotlara karşı Roma'yla ittifak yapan Attila,bir süreliğine Roma'ya Flavius Aetius'un davetlisi olarak gitti.Herşey iyiye giderken,Roa'nın ölüm haberini aldı.Geri dönerek kardeşi Bleda'ya meydan okudu.434'te Avrupa Hun İmparatorluğu'nun Doğu Hakanı, 445'te abisi Bleda'yı öldürerek tek başına hakan olmuştur. Çünkü abisi onun tüm yetkilerini kesmek istiyordu fakat bunu başaramadan divan sırasında Attila tarafından öldürüldü.Attila böylece hem aşık olduğu esir kızın intik***** aldı.Hemde İmparatorluğun tek efendisi oldu.

Daha sonra aşık olduğu esir kızla evlenen Attila'nın bir oğlu oldu,doğum sırasında eşi Nakara hayatını kaybetti.

Avrupa kıtasının üçte ikisinden fazlasına hakim oldu ve devletin sınırlarını Asya'ya taşırdı. Hükümdarlığı boyunca ordusu ile Batı ve Roma imparatorluklarını sık sık istila eden Attila, Ortaçağ kaynaklarında acımasızlığı ile anılır. Bu nedenle de Avrupa dillerinde "Tanrı'nın Kırbacı" (İngilizce: Scourge of God, İtalyanca: Flagello di Dio, Fransızca: Fléau de Dieu) olarak anılır.

Günümüzde, Attila bazıları arasında kahraman (ki Türk gençleri arasında bu çok yaygındır.), bazıları arasında ise barbarların atası ( Avrupalı milletler böyle anarlar) olarak alınır. Ama Attila barbar değil di çünkü Avrupa'ya Asya uygarlığının önemli öğelerini ve özelliklerini Hunlar götürdüler.Batı Roma İmparatorluğuna sefer yaparken Papa'nın araya girmesiyle Attila Roma'yı vergiye bağladı.

Attila 453 yılında son eşi tarafından gerdek gecesi öldürüldü.Mezarı nerede olduğu bilinmemektedir.Cenazesine katılanlar , mezarın yerinin bilinmemesi için öldürülmüştür. Ama tarihçiler arasında Tuna Nehri'nin yatağının bir süreliğine değiştirildiğine ve hazineleriyle birlikte Attila'nın nehrin altına gömüldüğüne, daha sonra da nehir yatağının eski haline getirildiğine dair yaygın bir inanış vardır. Nehrin aşırı uzunluğundan ve bir çok ülkeden geçtiği için bürokratik sorunlar çıkacağından kazı çalışması yapılamamaktadır.
 
A

Anonymous

Guest
Yeniçerilik makamı :

Yeniçeri, Osmanlı Devleti'nde askeri bir sınıftır. Yeniçeriler, Padişah'a bağlı Kapıkulu Ocakları'nın piyade kısmıdır. Yeniçeriler, Osmanlı Devleti'nin sınırlarının genişlemesi ile alınan çocukların küçüklükten alınarak yetiştirilmesi ile oluşturulur. Devletin ilk yüzyıllarında yararlı olan bu sistem, daha sonra bozulması ile değişik sorunları birlikte getirdi. Yeniçeri ocağı II. Mahmud tarafından kaldırıldı.
Konu başlıkları
[gizle]

* 1 Kuruluşu
* 2 Genel Yapısı
* 3 Kaldırılması
* 4 Galeri

Kuruluşu [değiştir]

Avrupa'da kurulan devamlı ordudan bir asır önce vücuda getirilmiş olan Yeniçeri ordusu, Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde dünyanın en mükemmel ordusu haline getirilmişti. Bu ordu, teşkilât ve disiplini ile bu sıfatı taşımaya hak kazanmıştı.

Piyade birliği olan Yeniçeri ocağının, hangi tarihte kurulduğu kesin olarak tespit edilememekle birlikte bunun, 14. yüzyılda I. Murat (Hüdavendigar) döneminde bir ocak halinde kurulduğu söylenebilir. Bazı kaynaklarda bu kuruluşun 1365 yılında olduğu söyleniyorsa da büyük bir ihtimalle bunun 1362 yılında olduğudur.

Bu ocağın kuruluş sebebi, mevcud askerin azlığına rağmen, fetihlerin çoğalıp sınırların genişlemesi ve eldeki askerin de bu sınırları koruyamaz duruma gelme endişesi idi. Halbuki hem Rumeli'yi elde tutabilmek hem de yeni fetihlerde bulunabilmek için devamlı ve hükümdarın emir komutası altında bir askerî birliğe ihtiyaç vardı. Benzer teşkilâtlar, yani esirlerden istifade etme sistemi, daha önceki Türk devletlerinde de vardı. Bu mânada Osmanlıların, Selçuklular ile Memlukluları örnek aldıkları anlaşılmaktadır.

Yeniçeriliğin ilk kuruluşunda, orduya bin kadar yeniçeri alınmıştı. Bunların her yüz kişisine komutan olarak daha önce Türklerden meydana getirilen yaya askeri usûlüne uygun olarak bir "Yayabaşı" tayin edilmiştir.

Genel Yapısı [değiştir]
Mali Yıl Yeniçeri Sayısı[1]
1514 10156
1526 7885
1567-68 12798
1609 37627
1660-61 54222
1665 49556
1669 51437
1670 49868
1680 54222

15. yüzyıl ortalarına kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat adı verilen bir sınıftan ibaret iken Fâtih Sultan Mehmed zamanından itibaren (1451), "Sekban" bölüğünün de iltihakıyla iki sınıf haline gelmiş. 16. yüzyıl başlarında ise "Ağa" bölüğü denilen üçüncü bir kısım daha teşkil edilmiştir. Yaya bölükleri peyderpey artarak 101 bölüğe kadar çıkmıştır. Ağa bölükleri 61, Sekban bölükleri ise 34 rakamına kadar yükselmiştir.

Yeniçeriler, başlarına börk ismi verilen beyaz keçeden bir başlık giyerlerdi. Bunun arkasında ise yatırtma denilen ve omuza kadar inen bir parça yer almaktaydı. Yeniçeriler börklerini eğri, subayları da düz giyerlerdi. Fâtih kanunnâmesinde belirtildiğine göre yeniçeri taifesine her yıl beşer zira lacivert çuka ve otuz iki akça "yaka akçası" ile her birine başına sarması için altışar zira astar verilmesi hükmü konmuştu.


Her yeniçeri bölüğüne "Orta" denirdi. Her ortanın da komutanı olan ve "Çorbacı" denilen bir subayı bulunurdu. Sekban ve Ağa bölüklerinde bu komutana "Bölükbaşı" denirdi. Yeniçeri ocağının en büyük komutanı "Yeniçeri Ağası" idi. Yeniçeri Ağası, ocağın kuruluşundan 1451 yılına kadar ocaktan seçilirken bu tarihten sonra Sekbanbaşılardan tayin edilmeye başlandı. Bununla beraber bu kanun daha sonra değiştirilerek ocağın dışından olan kimseler de tayin edilmiştir.

Yeniçeri Ağası, Yeniçeri Ocağı ile Acemi Ocağı işlerinden sorumlu idi. Bundan başka İstanbul'un asayişi ile de ilgilenir ve yanında bulunan bir heyetle kol dolaşıp güvenliği sağlardı. Bu sebeple hükümdarlar, bunların güvenilir ve sadık kimselerden olmasına dikkat ederlerdi. Yeniçeri Ağalarının azil ve tayini 1593'e kadar doğrudan padişah tarafindan gerçekleştirilirken, bu tarihten itibaren veziriazamlar tarafından yapılmıştır.

Yeniçeri Ocağı'nın en büyük komutanı olan Yeniçeri Ağası'ndan başka Sekbanbaşı, Ocak Kethüdası veya Kul Kethüdası, Zağarcıbaşı, Turnacıbaşı, Muhzir Ağa ve Baş çavuş da ocağın büyüklerindendi. Bunlardan başka bir de "Yeniçeri Efendisi" denilen ocak kâtibi vardı.

Yeniçeriler, maaşlarını (ulûfe) üç ayda bir alırlardı. Bu konuda ocağın en büyük âmiri olan Yeniçeri Ağası ile herhangi bir nefer arasında fark yoktu. Onun için Yeniçeri Ağası da bu ulûfe işine dahil edilirdi. Ulûfe, pâdişahın nezâretinde büyük bir törenle her ortaya torbalar halinde tevzi edilirdi. Hicrî kamerî takvime göre dağıtılan ulûfenin Salı günü verilmesi kanundu.

Kaldırılması [değiştir]
Yeniçeri ağası.
Yeniçeri ağası.

Ana madde: Vaka-i Hayriye

16. yüzyıla kadar devşirmeden toplananlardan başkası katılamazken 1582 senesinde Sultan III. Murat (1574-1595)'in, şehzadesi Mehmet için tertiplenen sünnet düğününe katılan bir sürü cambaz, hokkabaz ve oyuncunun mükafat olarak bu ocağa kayıt olmaları, ocağın yavaş yavaş bozulmasına sebep olmuştu.

Devletin kuruluşundan kısa bir süre sonra oluşturulan Yeniçeri Ocağı, belirtilen olaydan sonra hariçten insanların ocağa girmesiyle bozulmaya yüz tutmuştu. Çünkü, eğitimsiz ve başıboş kimselerin ocağa girmeleriyle bu askerî teşkilât, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren, padişahları tahttan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet halini almıştı.

Yeniçeri askeri her şeye müdahele eder olmuş, buna karşılık gerçek görevi olan askerlikle ilgileri kalmamıştı. Zira onlar, askerlik yerine esnaflıkla uğraşıyorlardı. 17. ve 18. yüzyıllarda sık sık ayaklanmışlardı. Bunun üzerine ocak, "Vaka-i Hayriye" diye isimlendirilecek olan bir karar ve hareketle 15 Haziran 1826'da Sultan II. Mahmut tarafindan ortadan kaldırıldı.
 
A

Anonymous

Guest
Kartacalılar:

Kartaca, M.Ö 814 yılında, Tunus yarımadasında kurulmuş olan bir Fenike kolonisidir. Kartaca, Fenike dilinde Kart-hadaşt yani "Yeni Şehir" anlamına gelmektedir. Kart Hadaşt, 22 sessiz harften oluşan Fenike alfabesiyle QRT-HDST olarak yazılmaktadır.

Bugün için Kartaca ile ilgili yazılı kaynaklar, Romalı ve Yunanlı tarihçilerin çalışmalarıyla sınırlıdır. Gerek Kartacalıların gerekse de Fenikelilerin papirüs kullanmaları ve bu materyalin zaman içinde dağılması sonucu, Kartaca ve Fenike yazılı kaynakları zamanımıza kadar ulaşmamışdır. Bu sonuçta kuşkusuz Pön savaşları sonunda Roma ordusunun Kartaca'yı yakıp yıkmasının da etkisi vardır.

Hem Antik Yunanistan hem de Roma İmparatorluğu'nun, Kartaca ile tarihin büyük bir bölümünde Akdeniz ticareti için rekabet halinde olmaları ve bu rekabetin sıcak çatışmalara varmış olması nedeniyle bu tarihçilerin çalışmaları büyük ölçüde önyargılı çalışmalardır.
Kuruluş ve Kolonileşme [değiştir]

Kartaca kenti, Tyre (Sur) kenti kraliçesi Elishar tarafından (Yunan kaynaklarında Elissa ya da Elissar, Roma kaynaklarında Dido) İ.Ö. 814 ya da 813 yıllarında kurulmuştur.

Akdeniz’deki merkezi konumu Kartaca’ya deniz ticaretinde geniş olanaklar sağlamıştır. Fenikeli tüccarlar açısından geleneksel hale gelen Doğu Akdeniz ticaretinin yanı sıra Batı Akdeniz’e de aynı derecede yakın olmasıyla Kartacalı tüccarlar, Batı Akdeniz’de bağlı koloniler oluşturmakta gecikmediler.

Fenike kentleri, tarihlerinin hiçbir döneminde tam bağımsız kent devletleri olmamışlardır, komşuları olan güçlü devletlerin hegemonyalarını kabul etmiş, Akdeniz’de serbestçe ticaret yaparak servet edinmenin bir bedeli olarak gördükleri yıllık vergileri bu devletlere ödemişler, bunu ticari faaliyetlerin bir sabit maliyeti olarak görmüşlerdir. Dolayısıyla denizaşırı Fenike kolonileri de kendi politik ve ticari stratejilerini bağımsızca geliştirmişlerdir. Kartaca da bu denizaşırı kolonilerden biri olarak, konumunun getirdiği olanaklardan serbestçe yararlanmıştır.

İ.Ö. 509 yılında Roma Cumhuriyeti ile Kartaca arasında, Akdeniz’in ticari ve politik etki alanları olarak iki devlet arasında bölüşümünü sağlayan bir anlaşma da, Kartaca’nın Batı Akdeniz ve Kuzey Afrika kıyılarındaki genişlemesine katkıda bulunmuştu.

İ.Ö. 5. yüzyıl başlarında Kartaca artık Batı Akdeniz ve Kuzey Afrika kıyılarında geniş bir etki alanını kontrol etmektedir. Eski Fenike kolonilerini –yer yer zor kullanarak- kontrolü altına almış, Libya’daki göçebe çöl kabilelerini sindirmiştir. Akdeniz’de Kartaca genişlemesi, İspanya kıyılarından başlayarak iç kesimlere, Sicilya, Balear adaları, Sardunya ve Kuzey Afrika kıyılarındaki kolonileşmeyle altın devrine ulaşmıştır.

Kartaca İmparatorluğunun Siyasi Yapısı [değiştir]

Kartaca, iki kral, iki de kurul tarafından yönetiliyordu.

İki kuruldan daha geniş yetkileri olan senato en varlıklı ailelerin reisleri arasından seçilen 300 kişiden oluşan bir kuruldu. Otuz kişilik bir iç kurul üyeliği ömür boyu olmakla birlikte diğer üyeler belirli aralıklarla seçim yoluyla yenilenirlerdi.

Meclis ise belirli bir varlık düzeyinin üstündeki tüm özgür Kartaca vatandaşlarından oluşmaktaydı. Esasen seçilen kralların onaylanması dışında fazla bir yetkisi yoktur.

Krallar bir yıllık görev süreleri için seçiliyorlardı. Yetkileri senatonun denetimi ve kamu kurumların yönetimi idi.

Ordu ve Donanma [değiştir]

Kara Ordusu [değiştir]

Başlarda antik çağın hemen her kara ordusundaki gibi Kartaca kara ordusu da hafif piyadeler, hafif süvari birlikleri ile hafif ve hızlı savaş arabalarından oluşmaktaydı.

Yunan kent devletleriyle yapılan çatışmalarda yeniliklere açık Kartaca yönetimi, ağır piyadenin etkinliğini ve bunların karşısında savaş arabalarının etkisizliğini fark etmiş, Spartalı bir paralı askeri, Kartaca kara ordusunu yeniden düzenlemekle görevlendirmişti.

Böylece yeniden düzenlenen Kartaca kara ordusunun piyade unsurları, falanks düzeninde çarpışan hopliteslerden oluşturulmuştur. Savaş arabalarının yerine daha sonraları Pers ordularından öğrendikleri filleri kullanmışlardır.

Donanmada olduğu gibi kara ordusunun da ağırlığını paralı askerlerden oluşmaktaydı.

Donanma [değiştir]

Kartaca'nın ekonomik gücünün deniz yoluyla yapılan ticarete dayanması onları, bu deniz yollarının güvenliğini sağlayacak güçlü ve dinamik bir donanma geliştirmeye zorlamıştır. Parçalar halinde neredeyse tüm Akdeniz'e yayılmış olan donanma, özellikle kıvrak korsan gemileriyle baş edebilecek tarzda imal edilmiş olup yelken ve gerektiğinde küreklerle idare ediliyordu ve seçkin bir mürettebatı barındırıyordu.

Her ne kadar Kartaca donanması dillere destan bir donanmaysa da, Roma ve müttefiklerinin (başta Yunan kent devletleri ve Yunan kolonileri) oluşturduğu bileşik donanma karşısında girişilen çatışmalarda başarılı olamamıştır.

Roma ile İlişkiler [değiştir]

İ.Ö. 6. yüzyılın sonlarından itibaren Roma ile Akdeniz'in etki alanı olarak paylaşılmasında, Kartaca ile Roma arasında ufak sürtüşmeler dışında pek fazla sorun yaşanmadı. Ancak İ.Ö. 3. yüzyılda dengeler değişmeye başlamıştır. İtalya yarımadasında Yunan kent devletleri üzerinde kesin hakimiyet kuran Roma, Akdeniz ticaretinden payını artırmaya gitmek yolundadır artık.

Akdeniz üzerindeki etki alanları çekişmesi, Pön savaşları olarak tarihe geçecek bir dizi çatışmaya yol açmıştır. Sicilya'daki Yunan kolonileriyle Kartaca arasında çıkan çatışmada, Yunan kolonilerinin Roma'nın yardımını istemeleri üzerine 1. Pön Savaşları çıkmıştır. İ.Ö. 265 yılında, ağırlıklı olarak deniz savaşlarıyla süren bu savaşlar İ.Ö. 241 yılında Kartaca'nın barış istemesiyle sonuçlanmıştır.

Bu yenilgiden sonra Kartaca İber yarımadası'na gözlerini dikmiştir. Kartaca, General Hamilcar Barca ve oğulları Hannibal ve Hasdrubal İber yarımadasının neredeyse tümünü kontrol altına almıştır. Roma'nın elinde sadece Saguntum kenti kalmıştı. Gelişmeleri endişeyle izleyen ve Kartaca'yla yeni bir çatışmayı politik olarak gerekli gören Roma, İ.Ö. 218 yılında, Kartaca ordularının Ebro nehrini geçmelerinin savaş durumu sayılacağını belirten bir girişimde bulunmuştur.

Bunun üzerine patlak veren 2. Pön Savaşlarında Hannibal kara ordusuyla İber yarımadasından kara yolunu kullanarak İtalya'ya ilerledi. 2. Pön Savaşları, Hannibal'in tarihin gördüğü en yetenekli komutanlardan sayılmasına neden olacak birbiri ardına kazanılan başarılarla sürdü. Ancak İtalya topraklarında kesin sonuçlu bir başarı sağlamayan Hannibal, Roma'nın İ.Ö. 204 yılında Kartaca yakınlarına bir çıkartma yapması üzerine İtalya'dan ayrılmak zorunda kalmıştır. İ.Ö. 203 yılında Zama savaşında Hannibal orduları Roma ordusu karşısında yenilgiye uğramış ve Kartaca, oldukça ağır barış koşullarını kabul etmiştir.

Bu iki yenilgi sonrasında gücünden çok şey kaybetmiş olan Kartaca'ya karşı Roma'nın son darbesi, İ.Ö. 149 yılında başlayan ve İ.Ö. 146 yılında Kartaca kentinin tümüyle yakılıp yıkılmasıyla son bulan 3. Pön Savaşıdır.
__________________
 
A

Anonymous

Guest
TarihTe Atatürk'ün Türklük hakkındaki Sözleri

• Türkiye Türklerindir.

• Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki, başına geçireceği insanların kanlarındaki ve vicdanlarındaki cevheri asliyi tayin etmekten bir an uzak olmasın.

• Dünya üzerinde Türk’ten daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir.

• Bir gün ressamlar Türk’ün simasını kaybederlerse yıldırımı alsınlar yapıversinler.

• Türklerin yaşadıkları her yer misak-ı milli hudutları içindedir.

• Hayattaki yegâne üstünlüğüm Türk doğmaktır.

• Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz.

• Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir.

• Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

• Eğer bende bazı fevkaladelikler görüyor buluyorsanız bunları sadece ve yalnız Türk olmama, Türklüğüme bağlayınız.

• Bu ülke, tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.

• Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur.

• Taş kırılır, tunç erir. Ama Türklük ebedidir.

• Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir.

• Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir.

• Türk, Türk olduğu için asildir. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın bilincinde buluruz.

• Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağımdır.

• Ulusal varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı, “Türk’üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi” diyelim.

• Türk, çetin işler başarmak için yaratılmıştır.

• Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

• Bir Türk, cihana bedeldir.

• İstanbul’da çıkan bir dergiyi Kaşgar’daki bir Türk de anlayacaktır.

• Yetişecek çocuklarımıza Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine ve milli ananelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.

• Temeli yüksek Türk kültürü olan Türk milletine düşen görev, bu ülkünün gereğini yerine getirmektir.

• Japon elçisine veda ederken:”Sizinle bir gün Çin’de karşılaşacağız”

• Oğuz, Kırgız, Tatar, Özbek, Yakut yok, Türk vardır
 
A

Anonymous

Guest
Charles Robert Darwin (12 Şubat 1809 – 19 Nisan 1882), İngiliz doğabilimci. İnsan dahil tüm canlı türlerinin doğal seçme yoluyla bir ya da birkaç ortak atadan evrildiğini öne sürmüş ve bu teoriyi destekleyen pek çok kanıt sunmuştur. Darwin'in fikirleri üzerine inşa edilen modern evrim teorisi, bugün biyoloji biliminin temelini oluşturmaktadır.


Ailesi [değiştir]

Çömlek endüstrisi kralı Josiah Wedgwood'un kızı Suzannah ve zengin bir doktor, özgür düşünceli şair ve evrim konusu üzerine de çalışmış bir bilim adamı olan Erasmus Darwin'in torunu, Robert Darwin'in oğlu olarak İngiltere, Shrewsbury'de dünyaya gelen Charles Darwin sekiz yaşına geldiğinde annesini yitirdi.

Öğrenim Hayatı [değiştir]

Shrewsburry School'da eğitimine başlayan Darwin'in de okulla arası, Einstein gibi pek iyi değildir. Öyle ki hocaları arasında ona aptal gözüyle bakanlar vardır. Oysa bu başarısızlık, Darwin'in okul müfredatıyla örtüşmeyen ilgi alanlarıyla ilgilidir.
HMS Beagle Gemisinin Rotası
HMS Beagle Gemisinin Rotası

Darwin daha sonra baba mesleğini devam ettirmek amacıyla Edinburg Üniversitesi'ne tıp öğrenimi için gider. Ancak başarısız iki yılın sonunda babası tıp eğitimini bıraktırır ve Darwin'i din adamı olmaya ikna eder. Edinburgh Üniversitesi'ni bırakıp, Cambridge Üniversitesi'ne teoloji öğrenimi için devam eder. Ama doğa tarihiyle olan ilişkisi gün geçtikce aşka dönüşür. Teoloji öğreniminin yanı sıra böcek toplama etkinliğini sürdürür ve oluşturduğu koleksiyonuyla bilim çevrelerinin takdirini kazanır. Bu arada botanik ve jeoloji derslerine katılır. Tüm bunların yanı sıra Edinburgh'da, öğrenciler tarafından kurulan Plian Societynin üyesi olur ve ilk kez bu maddeci toplulukta bilimsel tartışma içerisine girer. Burada botanik profesörü John Stevens Henslow ile yakın dostluk kuran Darwin tüm ilgisini doğa tarihine verir. Henslow'un desteğiyle, 1831'de beş yıllık bir bilimsel araştırma gezisine çıkan Beagle adlı gemide doğa bilimci olarak görev alır. Bu Darwin'in yaşamında bir dönüm noktası olmuştur. Yolculuk boyunca başta Patagonya olmak üzere, dünyanın pek çok yerinden türlere ilişkin fosil ve örnekler toplar, gözlemsel bilgiler edinir, notlar alır. Özellikle Galapagos Adaları'ndaki dev kaplumbağalar ile kuşlar üzerindeki gözlemleri, türler arasındaki akrabalık ilişkilerini kavramasında etkili olmuş ve birçok canlının aynı atadan gelip evrim geçirerek farklılaştığını keşfetmiştir.

Eserleri [değiştir]

Görüşlerinin tepki toplayacağı ve bundan karısı ve çocuklarının zarar göreceği endişesiyle çalışmalarını yalnızca yakın çevresiyle paylaştı ve uzun süre yayımlamadı. Bu arada boş durmayan Darwin, yaklaşık yirmi yıl hiç durmadan kanıt toplamaya devam etti. 1858'de evrim konusunda kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan Alfred Russel Wallace'ın da mektuplarını eklediği bir bildirgeyle görüşlerini açıkladı. 1859'da da çalışmalarını Türlerin Kökeni (The Origin of Species) adlı kitapta topladı.
Türlerin Kökeni, 1859 baskısı.
Türlerin Kökeni, 1859 baskısı.

Geniş yankılar uyandıran kuram bütün dünyada tepkiyle karşılandı. Darwin tüm saldırılara karşın 1871'de İnsanın Türeyişi kitabını da yayımladı. Bu eseri yazarken Darwin Thomas Malthus’un Toplumun Gelecekteki Gelişmesine Etkileri Açısından Nüfus Üzerine Bir Deneme adlı eserinden etkilenmişti. Malthus’a göre, bir insan veya hayvan topluluğu, bütün bireyleri yetişkin yaşa gelir ve ürerse çok büyük bir hızla iki katına çıkabilir. Teze göre; "Hayvan topluluklarının az çok kararlı bir nüfusu korumaları, çok sayıda bireyin üreme yaşına gelmeden ölmesine bağlıdır. Ancak kendilerini yaşam koşullarına iyi uyarlayanlar üreyecek yaşa gelebilmektedir. Her şey sanki yaşam zorlukları üremeye yatkın bireyler arasında bir ayıklama yapıyormuş gibi gerçekleşmektedir."

Ölümü [değiştir]

Hıristiyan inanışına olan bağlılığını yitiren ve bir agnostik (bilinemezci) olduğunu bildiğimiz Charles Darwin 19 Nisan 1882'de öldüğünde, ailesi onu bölgedeki bir kilise avlusuna, çocuklarının mezarlarının yanına gömmeyi düşünüyordu. Ne var ki, aynı düşünceyi paylaşmayan bazıları çarçabuk harekete geçerek, önde gelen bilim insanları ve hükümet üyelerini ikna çalışmasına girişti. Amaçları, bu kişileri biraraya getirip İngiltere'nin ünlü kilisesi Westminster Abbey'nin baş rahibinden Darwin'in buraya gömülmesini rica etmelerini sağlamaktı. Baş Rahip George Granville Bradley, “gerekli onayın canı gönülden verileceği”ni bildirdi. Böylece, agnostik olan Darwin 26 Nisan günü öğleden sonra Westminster Abbey'ye gömüldü. Tabutunu taşıyanlar arasında eski dostu botanikçi Joseph Hooker, yazılarıyla Darwin'i kendi kur***** yayımlamaya yönelten genç doğabilimci Alfred Russel Wallace ve ABD'nin İngiltere büyükelçisi James Russell Lowell da vardı. Darwin bu kilisenin “Bilginler Köşesi” olarak bilinen bölümünde, Sir Isaac Newton'un gömülü olduğu yerin birkaç metre ötesinde ve astronom Sir John Herschel'in yanı başında yatıyor. Darwin, yeryüzündeki canlı türlerinin değişimini betimlemek için “gizemlerin gizemi” tanımlamasını ortaya atan büyük filozof Herschel'e, Türlerin Kökeni kitabının girişinde göndermede bulunmuştu.

Çalışmalarıyla İlgili [değiştir]

Bugün Darwin özdeşleşen evrim kuramı, aslında çok öncelere dayanır. Öyleki ilk kez MÖ 6. yüzyılda İyonya'lı filozoflar evrimden söz etmişlerdir. Thales, Anaksimandros, Herakleitos, Aristotales, İbni Haldun gibi pek çok bilgin, canlılığın oluşumu ve gelişimi konusunda fikirler ortaya atmıştır. Ancak bu konu üzerine en kapsamlı çalışmaları gerçekleştiren ve olgusal olarak yoklanabilinicek bir kuram haline getiren Charles Darwin olmuştur. Bugün kuram paleontoloji, genetik ve embriyoloji gibi bilimler tarafınca sürekli yenilenmekte ve gelişmektedir.
 
A

Anonymous

Guest
Köprülü Mehmet Paşa

Köprülü Mehmet Paşa, zor bir devrede Osmanlı devletini maharetle idare etmiş, karmaşıklığa son vererek, devlete yeniden eski itibarını kazandırmış büyük bir devlet adamıdır. Devlet hizmetine girdiği andan itibaren sık sık haksızlıklara maruz kalmış, çekemeyen kişilerin haset oklarına uğramış, fakat o yılmamış vargücüyle devlet hizmetine koşmuş ve yine en sıkıntılı zamanda hizmete talib olarak devleti selamete çıkarmaya muvaffak olmuştur.

Mehmet Paşa, 1578'de Arnavutluk'un Berat Sancağı'nın Rudnik Köyü'nde doğmuştur. Babası Vezirköprü eşrafındandı. Gençliğinde İstanbul'a getirilerek saraya alındı. Has odalı Hüsrev Ağa'ya bağlanarak, büyük odalı zümresine dahil oldu. Sonra hazine-i amire'de vazife aldı. Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın zamanında Mirahorluk payesi aldı. Daha sonra Mirmiranlıkla Şam'a vali tayin edildi. 1650'de kubbealtı veziri oldu. Sadrazam Gürcü Mehmet Paşa'nın garazına uğradı ve bu yüzden rütbesi alınarak Köstendil'e sürüldü.

İpşir Mustafa Paşa'nın himayesi ile Trablus'a vali tayin edildi. Eskişehir'de karşılaştığı Boynueğri Mehmet Paşa ile birlikte İstanbul'a döndü.

Bu esnada bütün memlekette anarşi kol gezmekteydi. Zorbalık ve haksızlık almış yürümüştü. Devlet düzeni bozulmuştu. Ordudaki disiplin bozulmuş, askerler ahaliyi rahatsız etmeye başlamışlardı. Henüz çocuk olan IV. Mehmet'in duruma hakim olması mümkün değildi. Annesi Turhan Valide Sultan saltanat naibeliği yapıyordu.

İstanbul'da bulunan Köprülü Mehmed Paşa ise; yakın dostlarından Mimar Kasım Ağa, şair ve musikişinas Solakzade Mehmet Hemdemi Efendi ve Evliya Çelebi ile sohbet ediyor, devlet idaresi hakkındaki fikirlerini açıklıyordu. Mütevazı fıtratıyla tanınan, mevki ve makamda gözü bulunmayan Mehmet Paşa, devletin içerisinde olduğu durumdan ızdırap duyuyor ve yakın arkadaşlarına devletin kurtarılması için ne yapılması lazım geldiğini anlatıyordu.

Turhan Valide Sultan'ın müşavirlerinden olan Mimar Kasım Ağa, Köprülünün fikirlerini Valide sultana anlatmış ve Köprülüyü sadrazam olarak tavsiye etmişti.

Valide Sultan Köprülü ile görüştü ve onu sadrazam yapmak istediğini bildirdi. O esnada 78 yaşında olan Köprülü, kendisine geniş yetkiler verildiği ve aleyhine hile koparanların sözlerine itibar edilmeyeceğine söz verildiği takdirde sedâreti kabul edeceğini bildirmiş ve kendisine çok geniş yetkilerin verilmesi üzerine 15 Eylül 1656'da sadrazamlığı kabul etmişti.

Mehmet Paşa idareyi ele alır almaz derhal anarşiyi bastırma yoluna gitmiş ve zorbaları birer birer yakalatarak cezalarını vermişti. IV. Murat gibi, ordu intizam altına alınmadan devletin kargaşadan kurtarılamayacağına ve huzurun temin edilemeyeceğine inanan Mehmet Paşa, ordudaki zorbaları temizleyerek, disiplini kurmaya muvaffak oldu.

İstanbul'daki karışıklıklarda, yeniçeri kiyafetine soktuğu Hristiyanlar vasıtası ile müslüman ahaliyi zarara uğratan Rum patriğini idam ettirdi.

İstanbul'daki ulema sınıfı arasındaki kargaşalığı önledi ve bu sınıfın huzurla hizmet görür hale gelmelerini sağladı.

Devlet bünyesinde asayişi muhafaza edip, huzur ve intizamı ikame ettikten sonra orduyu toplayarak sefere çıktı. Çanakkale Boğazını kapatmış olan Venediklilerin üzerine yürüdü.

Kaptan Topal Mehmet Paşa'nın denizden, kendisinin karadan yaptığı taarruz neticesinde Venediklileri boğazdan attı ve Venedik işgali altındaki Bozcaada ve Limni adalarını geri aldı.

Ardından, Eflak, Boğdan ve Erdel meselelerini ele aldı. Bu havalideki isyanları bastırdı. Anadolu'daki Abaza Hasan Paşa isyanını da başarıyla bastırdı ve Anadolu'da huzuru temin etti.

1661'de Edirne'de vefat eden Köprülü, İstanbul'a getirilerek Divanyolundaki türbesine defnedildi.

Kendisinden sonra oğulları, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa ve Köprülü Fazıl Mustafa Paşa sadrazam olarak devlete hizmet etmişlerdir.
 
A

Anonymous

Guest
Herkül :

Yunan mitolojisinde Herakles (Ηρακλής), Roma Mitolojisi'nde Herkül, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus ona kocası kılığında yaklaşmıştır. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera onunla sürekli uğraşmış ve ölümüne neden olmuştur. Herakles doğduğu günden itibaren tanrısal bir kuvvete sahiptir. Hera'nın gönderdiği iki büyük yılanı öldürdüğünde henüz birkaç günlük bebektir. Herakles üstün bir eğitim görmüştür. En iyi yaptığı işler ok atmak, araba kullanmak ve güreşmektir. 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilmiştir. Bu kızdan üç oğlu olmuştur. Hera işe karışarak Herakles'i çıldırtmış, Herakles'te karısını ve çocuklarını öldürmüştür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girip, onun her istediğini yapması gerekmiştir. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi ve ya işleri denir.

12 İş [değiştir]

Bu 12 iş şunlardır:

1. Nemean Aslanı'nı öldürüp, derisini yüzmek
2. Lerna gölündeki Hidra'yı öldürmek
3. Artemis'in kutsal hayvanlarından Kyreneia geyiğini yakalamak
4. Erymanthian dağında yaşayan büyük yaban domuzunu ağla tutmak
5. Augias'ın ahırlarını bir günde temizlemek (iki büyük ırmağın yataklarını değiştirip ahırlardan geçirerek)
6. Stymphalos'da yaşayan ve o bölgedeki insanların rahatını kaçıran kuşları Athena'nın yardımıyla kovmak
7. Girit'e gidip Poseidon'un Minos'a verdiği azgın boğayı getirmek
8. Troya kralı Diomedes'in insan eti yiyen kısraklarını yakalamak,bunun için önce Diomedes'i öldürmüştür.
9. Amazonlar kraliçesi Hippolyte'den kemerini almak. Kemeri almak için kraliçe ile anlaşmış, ancak Hera'nın kışkırtmasıyla Amazonlar, Herakles'e saldırmış, Herakles de kraliçeyi öldürmek zorunda kalmıştır.
10. Okeanos'un bir adasında bulunan 3 gövdeli dev Geryoneus'un sığırlarını çalmak,
11. Hesperidler'in altın elmalarını getirmek,
12. Hades'in ölüler ülkesini koruyan Kerberos adlı köpeği yeryüzüne çıkarmak (Kerberos'u daha sonra geri götürdü).
 
A

Anonymous

Guest
Preveze Deniz Savaşı:

Kaptan-ı deryâ Barbaros Hayreddin Paşanın, Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanması ile yaptığı deniz savaşı. 27 Eylül 1538�de Adriyatik Denizinin Arta Körfezi kıyısında, Preveze Kalesi önündeki açık sularda yapılmış ve Osmanlı donanmasının zaferiyle sonuçlanmıştır.

Başlangıçta Osmanlı Devleti'nin emrinde olmayan Barbaros Hayreddin Paşa ve arkadaşlarının, Akdeniz hâkimiyetinde rolü çok büyüktür. Bu kahraman Türk denizcileri, Cezayir ve Tunus�ta yerleşmeye çalışan Avrupalıları oralardan söktüler ve denizlerin arslanı oldular. Yavuz Sultan Selim, bu kahramanlara asker ve top göndererek yardım etti. Kanunî Sultan Süleyman, Macaristan�da zaferler kazanırken, onlar da aynı yılda, yani 1525�te Akdeniz�in kuzey sahillerini vuruyor, Hıristiyan donanmalarını zapt ediyorlardı. İmparator Şarlken�in Barbaros�a karşı gönderdiği Kaptan Andrea Doria mağlup olarak, Septe Boğazını aştı. Türk denizcileri, İspanyolların zulmüne uğrayan yetmiş bin Endülüslü Müslümanı Kuzey Afrika sahiline çıkardı. Bu büyük zafer üzerine Kanunî, Barbaros�u, 1533�te İstanbul�a davet etti. Barbaros, gelirken, birçok zafer daha kazandı. Padişah onu merasimle karşılattı. Kendisini ve devletini Padişahın emrine veren büyük denizci, Kanunî tarafından, Cezayir Beylerbeyliğine tayin olundu.

Diğer taraftan Almanya İmparatorluğu ve İspanya Krallığı, Papalık ve Venedik hükümetleri, Müslüman Türkleri Akdeniz�den atmak için, Osmanlı Devletine karşı ittifak kurdular. Bunun üzerine Kanunî, 1537-38 kışında yeni bir donanma hazırlanmasını emretti. Dört elle işe başlayan Kaptan-ı deryâ Barbaros Hayreddin Paşa, daha hazırlıklarını bitirmeden Mısır�dan yola çıkan hazinenin muhafazası için, kırk gemiyle denize açılmak mecburiyetinde kaldı. Mısır�dan gelecek gemileri vurmak için, Girit sularında kırk gemiyle pusuya yattığı haber alınan Andrea Doria, Barbaros�un geldiğini duyunca kaçtı. Fakat Osmanlı donanması, geri dönmeyip, Şira, Patnos, Naksos vs. adalarını aldı. Bu esnada tamamlanan doksan gemi de donanmaya katıldı. Mısır�dan gelen Salih Reis komutasındaki yirmi parça gemi de Barbaros�un gemileri arasına katıldı. Gemi sayısı, yüz elliye ulaştı.

Girit Adası kalelerini zorlayıp bir hayli ganimet alan Barbaros Hayreddin Paşa, kürekçi ve asker ikmali yaptı. Barbaros komutasındaki Osmanlı donanması, İstanköy Adasında ikmal ve istirahatla meşgulken Hıristiyan ittifakı da gittikçe güçlendi. Barbaros�un korkusundan, Akdeniz kıyılarındaki koylara hapsedilmiş bir vaziyete giren Haçlı devletleri, Osmanlılara karşı sıkı birlik kurdular. İrili ufaklı filolardan muazzam bir Haçlı donanması meydana getirdiler.

Bu Haçlı donanmasının başına getirilen ünlü Cenevizli amiral Andrea Doria, Osmanlıya tâbi Mora Yarımadası kıyısındaki Preveze�ye taarruz ederek kaleyi kuşattı. Haberi alan Barbaros, Turgut Reis komutasında yirmi gemilik bir gönüllü filosu gönderdi. Zanta sularında kırk gemilik düşman karakol filosuna rastlayan Turgut Reis, hemen dönüp Barbaros�u haberdar etti. Zanta�daki düşman filosu da Andrea Doria�ya Osmanlı donanmasının yaklaşmakta olduğunu haber verdi. Barbaros�un yaklaştığını öğrenen Andrea Doria, Preveze muhasarasını kaldırıp, donanmasını toplamak üzere kuzeye çekildi. Venedik�e ait Kefalonya Adasını bombardıman eden Hayreddin Paşa, Preveze�ye varıp kaleyi tamir ettirdi ve sağlamlaştırdı.

Denizlerdeki Müslüman hakimiyetini ortadan kaldırmak için bir araya gelmiş olan müttefik Haçlı donanması, Korfu civarında toplanarak, Osmanlı donanmasını nasıl yeneceklerini tartıştılar. Kara harekâtı teklifine karşı olan Andrea Doria�nın isteği kabul edildi. Haçlı donanmasının mevcudu, 162 kadırga ve 140 bârça olup tamamı 302 idi. Bu gemilerde 2500 top ve 60 000 asker vardı. Türk donanması ise, kürekli, yani çektiri sınıfından olarak 122 parçadan ibaretti. Gemilerin baş tarafında, üçer adet uzun menzilli 166 adet top bulunuyordu. Ayrıca donanmada, gemi mürettebatı yanında yeniçeri ve tımarlı sipahilerden olmak üzere toplam 20 000 asker bulunuyordu. Görüldüğü gibi Türk donanması, adet itibariyle düşmana nazaran üçte bir ve top itibariyle on altıda birdi. Bundan başka, Türk donanmasında sekiz bin cenkçi askere karşı, müttefiklerin gemilerinde altmış bin silahlı asker bulunuyordu.

Müttefik donanması, henüz Preveze önüne gelmeden evvel, Barbaros, kumandanları toplayarak görüştü. Kumandanlardan Sinan Reis ile sancakbeyleri, düşman donanmasının Akceom Burnuna asker çıkarma tehlikesine karşı, orasının tahkim edilmesini söyledilerse de, Barbaros buna lüzum olmadığını beyan etti. Fakat, kumandanların ısrarı üzerine, teklife muvafakat ederek oraya bir miktar asker çıkardı. Kendisi gemi kaptanlarına lâzım gelen talimatı verdi.

Gerçekten de Akceom�a asker çıkarılması, çok isabetli oldu. Preveze önüne gelen müttefik donanması, Akceom sahiline keşif müfrezeleri gönderdiyse de, Türklerin tüfek atışıyla karşılaştıklarından geri döndüler.

Nihayet, 27 Eylül günü, devrin iki muazzam donanması, karşı karşıya geldi. Osmanlı donanmasının merkezinde Kaptan-ı deryâ Barbaros Hayreddin Paşa; sağ kanadında Salih Reis; sol kanadında büyük coğrafya ve matematik âlimi, meşhur denizci Seydi Ali Reis; ihtiyatta da, Turgut Reis, Murad, Sadık, Güzelce reislerle gönüllüler vardı. Müttefik Haçlı donanmasının başında Avrupa�nın en meşhur amirali Andrea Doria ve Venedikli Marco Grimari ile Papalık donanma komutanı Vicent Capallo bulunuyordu. Haçlılar, çeşitli devlet ve milletlerden meydana geliyordu. Aralarında Türk düşmanlığı hissinden ve Haçlı dayanışmasından başka, birliği teşkil eden unsur yoktu. Osmanlılar ise kumandanlarına son derece hürmetkâr olup, maneviyatları pek yüksekti.

Muharebe başlamadan önce Barbaros Hayreddin Paşa, bütün reisleri, Kaptan-ı deryâ baştardasına toplayıp, gemi, silâh ve sayıca fazla olan düşman donanmasının tâbiye üstünlüğünün saf dışı edileceğini anlattı. Galip gelindiği takdirde Akdeniz�de mutlak bir Osmanlı hakimiyetinin tesis edileceğini ifade edip, maneviyatlarını yükseltti. Gemilere üçer top yerleştirip, hilâl şeklinde muharebe nizamına soktu.

Haçlı komutanı Andrea Doria�nın yaptığı harp nizamında Venedik ve Papa filoları önden gidiyor, İspanya ve Ceneviz filoları onları takip ediyordu. Rüzgâr, Haçlı donanmasının arkasından esiyor, Osmanlı donanmasına adım atma fırsatı vermiyordu. Preveze önündeki limanın girişini kapatarak Osmanlı donanmasının çıkışını engellemek isteyen Haçlı donanması, kuvvetli rüzgârı arkasına alıp Preveze�ye doğru hareket etti. Hava çok sisliydi. Rüzgârın Osmanlı donanması lehine yön değiştirmesi ve sisin dağılması ile, Haçlı donanması kendisini Türklerin önünde buldu. Barbaros Hayreddin Paşa, kırk gemilik bir filoyla Haçlı müttefik donanmasına saldırıp, onları ikiye ayırdı. Andrea Doria, geri çekilerek, Korfu Adasına döndü. Müttefik donanma amirallerinin ısrarı ile, gemileri üç saf halinde tertip edip, tekrar taarruza geçti. Haçlı donanmasının en önünde, büyük savaş gemileri olan kalyonlarla karakalar, ikincisinde kadırgalar, üçüncüsünde de küçük gemiler arka arkaya dizilmişti. Andrea Doria, birinci safı kendisine siper alıp, ikinci safta savaşı idare ediyordu. Her türlü manevra imkânı olan Osmanlı gemileri önünde can derdine düşen Venedik kaptanı, geriden gelen Andrea Doria�dan yardım istedi. Fakat Haçlı gemilerini yakalamakta usta olan Barbaros, bu fırsatı kaçırmayıp, bazısını batırıp, kimisini de esir aldı. Geri kalanlar kaçtı. Andrea Doria, durumun kötüye gittiğini görünce, müttefiklerinin imdat istemelerine bakmayarak, selâmeti kaçmakta buldu. Barbaros Hayreddin Paşa, batırdıklarından başka yirmi dokuz gemi ve üç bine yakın Haçlı askerini esir aldı. Osmanlılar ise, dört yüz şehit ve sekiz yüz yaralı verdi. Bir Osmanlı gemisi de hasar görmüştü.

Aldığı gemileri tamir edip, yaraları sardıktan sonra, kaçan düşmanı aramak için yola çıkan Barbaros, Korfu Adasına, sonra Avlonya�ya gitti. Fakat, Haçlıları yakalayamadı. Kışın yaklaşması üzerine, Preveze�ye, Turgut Reis�i bırakarak İstanbul�a döndü.

Preveze Zaferi, Boğdan Seferinden dönüşte, Barbaros�un oğlu başkanlığında gönderilen bir heyet vasıtasıyla, Yanbolu�da iken Sultan Süleyman Hana arz edildi. Bu zafer haberine çok sevinen Sultan Süleyman Han, Barbaros ve arkadaşlarına duadan sonra, kaptan paşa haslarına yüz bin akçe zam yaptı ve bütün ülkelere fetihnâmeler gönderdi.

Preveze Zaferinden sonra Akdeniz, Türk gölü hâline geldi. Her biri birer deniz kurdu olan Osmanlı leventlerine denizler dar gelip, okyanuslara açıldılar. Avrupa krallarının desteğindeki deniz korsanlığının önüne geçilip, deniz seyahati, ticareti ve sahildeki halkın emniyet ve huzuru sağlandı. Kuzey Afrika�daki İslâm devletleri, Avrupa devletlerinin tecavüzlerinden korundu. Denizden hac yolu emniyet altına alınarak, hacılar, korsan taarruzundan emin olarak hac yaptılar.
 
A

Anonymous

Guest
Saddam Hüseyin : Biyografisi .

Hayatı [değiştir]

Çocukluk Yılları [değiştir]

Gerçek doğum tarihi kaydedilmemiştir ve 1935 ile 1939 arasında olduğuna inanılmaktadır. Bazı kaynaklarda 1 Temmuz 1939 olarak görülür. Tikrit kentine 13 kilometre uzaklıktaki El-Avya köyünde çobanlıkla geçinen bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Babası Herman'ın doğumundan 6 ay önce ortalıktan kaybolmuştur. Annesi tarafından "karşı duran, göğüs geren kişi" anlamına gerilen Herman ismi verilen Herman Hüseyin; üç yaşına kadar amcasının yanında kalmış, annesinin yeniden evlenmesiyle annesinin yanına geri dönen 10 yaşına kadar orada yaşamıştır. Üvey babasından şiddet görmesi nedeniyle oldukça dindar bir sünni olan amcasının yanına geri dönmüştür. 1958 yılında Saddam Hüseyin'in hayatı, belki de ileride hiç tahmin edemeyeceği şekilde değişim göstermiştir Baas partisine üye olmuştur.

Gençlik Yılları [değiştir]

1959 yılında Hüseyin'in adı General Abdülkerim Kasım suikastinde geçtmiştir. Bu tarihte Hüseyin ayağından vurulmuş ancak CIA,MOSSAD ve Mısır istihbaratının desteğiyle Tikrit’e kaçmayı başarmıştır. Ardından önce Suriye’ye daha sonra da Beyrut’a geçmiş; Beyrut’ta CIA tarafından eğitim görmüştür. Son olarak Mısır’a giden Hüseyin burada sık sık Amerikan Büyükelçiliği’ni ziyaret etmiştir. Sürgünde olduğu dönemde Kahire Üniversitesi’nde Hukuk bölümünde öğrenim görmüştür.

1963 yılında yanında büyüdüğü amcasının kızı Sacide Talfah ile evlenerek bu evliliğinden Rana, Raghad ve Hala isimli üç kızı ve Uday ve Kusay adında iki oğlu edinmiştir. Daha sonra iki kez daha evlenen Saddam Hüseyin'in Ali isminde bir oğlu daha vardır.

1964 yılında Irak’a dönen Hüseyin hapse atılmış ancak 1967 yılında hapisten çıkarak kısa sürede Baas partisinin başına geçmiştir. Irak'ın, laik Arap milliyetçiliğini, ekonomik modernizasyonu, ve Arap sosyalizmini benimseyen Baas Partisi'nin ileri gelen bir üyesi olarak, partisini iktidara getiren 1968'deki darbede önemli bir rol oynamıştır.

İktidar Yılları [değiştir]

1979’da iktidar olan Hüseyin, 1980 yılında İran’ı işgal ederek 8 yıl sürecek İran-Irak Savaşı'nın başlamasına neden olmuştur. 16 Nisan 1988’de de tarihe Halepçe Katliamı olarak geçen Kürtlere karşı kimyasal silah kullanımına izin vermiştir. Aynı yıl İran-Irak Savaşı'nı sona erdirmiştir.

İran savaşından 2 yıl sonra Hüseyin 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal ederek tekrar gündeme gelmeyi başarmıştır. ABD’nin buna yanıtı sert olmuş ve 1991 yılında Birinci Körfez Savaşı'nı başlatmıştır.

11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de yaşanan terör eylemlerinin ardından Hüseyin tekrar Amerika'nın hedefi haline gelmiş ve ülkesi0 George Bush yönetimi, 20 Mart 2003’te Irak’ta kitle imha silahları olduğunu öne sürerek işgal edilmiştir. Daha sonra yapılan açıklamalar ışığında Irak’ta kitle imha silahları bulunmadığı açıklanmıştır. 16 Temmuz 1979'da başlayan devlet başkanlığı görevini, Irak'ın 9 Nisan 2003 tarihinde ABD tarafından işgal edilmesine kadar sürdürmüş 2006 yılının 30 Aralık gününde idam edilerek hayatına son verilmiştir. Naşı kızına teslim edilmiştir ve doğduğu köye defnedilmiştir.

Devlet yönetimi [değiştir]

Kuzeni, general Ahmet Hasan el Bekir'ın yardımcısı olarak, Irak hükümeti ile Irak silahlı kuvvetleri arasındaki fikir ayrılıklarını, baskıcı güvenlik kuvvetleri oluşturarak oldukça sıkı bir şekilde kontrol ediyordu. Saddam, bir devlet başkanı olarak hükümeti oldukça otoriter bir tarzda yönetti ve İran-Irak Savaşı'nda (1980–1988) ve 1991'deki Körfez Savaşı'nda iktidardaydı. Saddam Hüseyin hükümeti, bağımsızlık veya otonomi isteyen etnik veya dini gruplara sert müdahalelerde bulunmuştur. Çok disiplinli bir liderdi.

İdamı [değiştir]

13 Aralık 2003 –ABD ordusu tarfından Tikrit yakınlarında bir sığınağın içinde yakalandı
Temmuz 2004 –Irak mahkemelerinde yargılanmasına karar verildi. İlk olarak, 8 Temmuz 1982'de kendisine karşı düzenlenen ve başarısız olan suikast girişiminin ardından Şii kasabası Duceyl’de 148 kişinin öldürülmesinden suçlandığı davaya başlandı. Bu davada üvey kardeşi Barzan el Tıkriti’nin de aralarında bulunduğu 7 kişi de yargılandı.
Ağustos 2006 – 1987’de Kürtlere karşı soykırım yaptığı suçlamasıyla yargılandığı Enfal Davası başladı.
5 Kasım 2006 – Duceyl Davası’nda insanlığa karşı işlenen suçlardan mahkum edildi ve asılarak idamına karar verildi.
3 Aralık 2006 – Saddam Hüseyin , Bender ve El Tıkriti için temyize başvuruldu.
26 Aralık 2006 – Irak temyiz mahkemesi idam kararını onadı ve idamın 30 gün içinde uygulanması gerektiğini bildirdi.
30 Aralık 2006 – Saddam Hüseyin Türkiye saati ile sabaha karşı 04.55'te asılarak idam edildi.

Hüseyin, ABD ve müteffiklerinin 2003'te Irak'ı işgal etmeleri ile 13 Aralık 2003'de yakalanmış ve esir alınmıştır. Hüseyin Irak Geçici Hükümeti'nce kurulan Irak Özel Mahkemesi'nde 1 Temmuz 2004'te yargıç önüne çıkartılmıştır. ABD gözetiminde tutulan Hüseyin'in hukuki nezareti Irak Geçici Hükümeti'ne teslim edildi.[1] Mahkeme 5 Kasım 2006'da Hüseyin'in insanlığa karşı işlenen suçlar'dan dolayı asılarak idam edilmesine karar vermiştir.[2] Karar açıklanmadan önce kurşuna dizilerek infaz edilmek istediğini söyleyen Saddam Hüseyin'in talebi reddedilmiştir.

Hüküm 30 Aralık 2006 sabahı TSİ 05:00'da (yerel saat ile 06:00'da) yerine getirilmiştir. İdam cezasının gerçekleştirilmesi Irak resmi kurumlarınca görüntülendi ve bu görüntüler tüm dünyaya dağıtılmış büyük bir yankı uyandırmıştır.
 
A

Anonymous

Guest
Halifelik

Hilafet (veya Halifelik), İslami siyasi ve hukuki yönetim makamına ve yönetime verilen isimdir. Halife ise Hilafet makamındaki kişiye denir. İslam Peygamberi Muhammed'in ölümünden sonra makam bir süre daha bir yönetim biçimi olarak varlığını sürdürmüş olsa da zamanla daha çok İslami bir toplum veya devleti vurgulamak için kullanılan bir terim olmuştur. Halifelik daha çok müslümanların Sünnî kanadının temsilcisi olarak kabul görmüştür. Şiî kanadı büyük ölçüde Sünnî hilafet yönetimi altında yaşasa da Halife'yi kabul etmemişlerdir. Halifeliği Şiî'likteki İmamet'ten farklı kabul etmek gerekir. İmamet teokratik bir özellik taşımasına rağmen, Halifelik teokratik bir özellik taşımamıştır. Halifeler yetkilerini saltanat dahi olsa Ümmet'in biat'ı ile devralmışlar, yönetim işlerini de büyük ölçüde danışmaya dayalı olarak yürütmüşlerdir. Bu anlamıyla teokratik olmaktan öte dünyevîdir.

Halife, ilk zamanlarda İslam toplumunda ilerigelenlerin seçimiyle başa geldiği halde, Emevi ailesine geçmesinin ardından saltanat şeklini almıştır. Abbasi Hanedanı'ndan gelen halifelerin 10. yüzyılda zayıflamasına kadar devlet başkanı görevini yürüten halife, bu dönemde siyasi gücün yerel hükümdarların eline geçmesinin ardından sadece ruhani önder veya İslami toplulukların onursal lideri haline gelmiştir. Abbasiler döneminde Bağdat'ta yaşayan halife, Moğolların 1258 yılında Bağdat'ı yağmalamaları sonucunda Mısır'a Memluk himayesine kaçmış, 16. yüzyılın başında Yavuz Sultan Selim'in Memluklar'a son vermesiyle birlikte İstanbul'a taşınmıştır. Daha sonra Osmanlı Hanedanı'na geçen halifelik, 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kaldırılmıştır.


Sözcüğün Kökeni ve Anlamı [değiştir]

Hilafet sözcüğü, Arapça'da birinin ardından gelen anlamındaki half sözcüğünden türemiştir. Yaygın kullanımda, İslam Peygamberi Muhammed'in ölümünden sonra İslam toplumunun önderliğini yapma görevini ifade eder.

Halifelik Kurumunun Oluşması ve Tarihsel Evrimi [değiştir]

Hilafet'in Oluşması ve Dört Halife Devri [değiştir]

İslam öncesi Arap toplumundaki sosyal ve siyasal örgütleniş kabileler düzeyindeydi. Bu düzensiz yapı, İslam öncesi Arap toplumundaki kaos ve güvensizlik ort*****n sebebiydi. Birbiri ile sürekli savaşan kabilerden kurulu toplum her türlü gelişmeden ve ilerlemeden uzaktı.

İslam, başlangıcından beri bu kabile düzenine ve kabile değerlerine karşı mücadele etmiştir. Muhammed'in karizmatik kişiliği ve dehası sayesinde birleşmiş olan Arap toplumu, onun ölümünden sonra, dağılıp kabile düzenine geri dönme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Bu çözülmeyi önlemenin tek yolu, Muhammed'in ardılını seçerek iç çatışmaların önüne geçilmesi ve bütünlüğün sağlanmasıydı.

İlk halife seçilen Ebu Bekir, sahte peygamberlerle mücadele ederek içeride birliği sağlamış ve Arapların eski düzene geri dönmesinin önüne geçmiştir. Ayrıca, daha önce kabileler arası savaşlarda harcanan ve Arap toplumuna zarar veren enerjiyi, dışarıya yani Bizans ve Sasani üzerine çevirerek İslam toplumu'nun fetih ve cihat amacında birleşmesini sağlamıştır.

Ebu Bekir'den sonra gelen halife Ömer ise, bir yandan dış fetihlere (Mısır, Kudüs, İran, Horosan) devam ederek Arap dünyasının bölünmesini engellemiş, bir yandan da örgütlenmesini geliştirmiştir. İslam toplumu, Ömer döneminde devlet halini almıştır. Daha sonra İslami siyasi yapılanmanın ilk düzenli örnekleri Ömer döneminde görülür.

Üçüncü halife Osman döneminde fetihler aynı hızda devam etmiş ve ilk kez İslam dünyası denizlerde kendini göstermeye başlamıştır. Fakat, Ebu Bekir ve Ömer döneminde bastırılan kabile çekişmeleri, Osman döneminde tekrar yüzeye çıkmaya başlamıştır. Emevi ailesinden gelen Osman'ın kendi kabilesinden olanlara devlet görevlerinde ayrıcalıklar tanıması, yüzeye çıkan bu çatışmaların sonucudur. Osman'ın bu davranışı, İslam dünyasını bölecek olan olayların ilk tohumunu atmıştır. Nitekim bu ayrılık İslam'daki siyasi mezheplerin ortaya çıkışına neden olmuştur.

Kısa zamanda meyvesini veren bu ayrılık tohumları, Osman'ın hilafetinin kanlı bitmesine yol açmıştır. Kendi iktidarına karşı Kufe'de başlayan isyan dalgası, zamanla Mısır ve Basra'ya da sıçramıştır. Osman 656 yılında evine yapılan saldırıyla öldürülmüştür. Saldırıyı yapanın kim olduğu üzerinde kesinlik olmadığı halde, bu cinayetin İslam dünyası'ndaki karışıklıkların ve mezhep ayrılıklarının kapısını araladığı kesindir.

Sonraki halife olan Ali döneminde, temeli İslam öncesi kabile çatışmalarına (başta Emevi-Haşimi rekabeti olmak üzere) kadar uzanan iç karışıklıklar daha da büyüdü ve Muaviye taraftarları (Emeviler) ile Ali taraftarları arasında savaşa dönüştü. Savaş meydanında Ali'nin askerlerinin galip gelmesine rağmen yapılan görüşmelerde Ali bu üstünlüğü kaybetti. Kısa bir süre sonra Ali'nin Harici Abdurrahman bin Mülcem tarafından öldürülmesiyle birlikte Emevi ailesi, hilafeti ele geçirmiş oldu.

Emevi ve Abbasi Dönemleri [değiştir]

Ali'nin öldürülmesi, Emevilerin hilafeti elde etmesi için bir engel kalmadığını gösteriyordu. Ali'nin oğlu Hasan'ın çekilmesi ve küçük oğlu Hüseyin'in Kerbela'da öldürülmesi ile iktidar tamamen Muvaiye ve Emevi ailesine geçmişti. Fakat, muhalefeti yok edememişlerdi, başta Irak ve Horosan olmak üzere birçok yerde Muaviye'nin hilafetini meşru bulmayanlar vardı.

Muaviye ile birlikte hilafet, Roma geleneğine dayalı bir veraset anlayışına dayandırıldı. Böylece Hilafet, bir saltanat halini aldı.

Emeviler döneminde Arap-İslam Toplumu, Arap İmparatorluğu biçimini aldı. Devlet örgütlenmesi, Bizans ve İran modellerinden etkilenerek yapıldı ve başarılı, etkili bir bürokrasi kuruldu. Bu dönemde hilafet, tamamiyle siyasi önderlik biçimini aldı ve Abbasiler iktidara gelinceye kadar ruhani önderlik niteliğine sahip olmadı.

Emeviler iktidara kanlı çıkmıştı, inişleri de benzer şekilde oldu. Emevi karşıtı Şii ve Harici muhalefet, Emeviler'in sonunu getirdi. 750 yılında Abbasilere yenilen Emeviler, İslam dünyasının önderliğini Abbasilere kaptırsalar da, Emevi hanedanı İspanya'ya kaçarak orada devam edecekti.

Abbasiler döneminde hilafet, hem siyasi, hemde ruhani önderlik biçimini aldı. Ama siyasi otorite hızla kaybedilecek ve halife ruhani önder olarak kalacaktı.

Abbasiler döneminde orduyu oluşturan Türkler devlet yönetiminde etkili oldular ve uzun vadede, halifenin siyasi otoritesinin çöküşünü hazırladılar. 10. yüzyıla gelindiğinde Abbasi halifesi, Irak dışındaki topraklarda yönetimi, çoğu Türk kökenli yerel komutanlara ve valilere kaptırmıştı. 945'te Şii Büveyhioğulları'nın Bağdat'ı ele geçirmesi, halifelik mak*****n siyasi otoritesinin sonunu getirdi. Bu tarihten sonra halife sadece ruhani önder olarak devam etti. Halife'nin tek siyasi gücü, menşur vererek Müslüman liderlerin hükümdarlığını onaylamaktı.

Moğollar'ın 1258 yılında Bağdat'ı alması, halifenin Mısır'a, Memluk himayesine kaçmasına yol açtı. Aslında, Moğol Hanı Hulagu'nun tek yaptığı, çoktan işlevini yitirmiş bir kurumu ortadan kaldırmak oldu.

Memluk Himayesi Dönemi [değiştir]

Hilafet, Bağdat'ın düşmesinden (13.yy) Osmanlılar'ın Mısır'ı ele geçirmesine (16.yy) kadar Mısır'da Memluk Himayesinde yaşadı. Bu dönemde halife, hiçbir siyasi yetkiye sahip değildir. Dini törenlerde protokolde bulunmasının yanında hiçbir etkisi olmamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu Dönemi [değiştir]

Osmanlı'nın 16.yy başında Memlukları yenip Mısır'a egemen olmasıyla hilafet mak*****n koruyuculuğu Osmanlı'ya geçti. O dönemde halife olan III. Mütevekkil İstanbul'a taşınmış ve ömrünün sonuna kadar orada Osmanlı koruyuculuğunda, siyasi yetkiye sahip olmadan yaşamıştır.

III. Mütevekkil'in ölümünden sonra hilafet makamı boş kaldı. Genel kanının aksine hilafet, I. Selim'e geçmiş değildir. Zaten 18.yy sonundaki Küçük Kaynarca Antlaşması'na kadar, hiçbir Osmanlı belgesinde Osmanlı Padişahı'nın sıfatları arasında "Halife" geçmez.

İlk kez Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı Padişahı, Halife olarak, Rus idaresine giren Kırım Müslümanları'nın koruyucusu olarak gösteriliyordu. Bu madde ile Rusya'nın Osmanlı topraklarındaki Ortodoks Hristiyanlar'ın koruyuculuğunu üstlenmesini dengelemek için konmuştur. Ancak, Osmanlı'da hilafet iddialarının kurumsallaşıp oturması ancak II. Abdülhamit ile olacaktır.

Kendisini tehdit eden Pan-Slavizm ve Pan-Germenizm gibi akımlarına karşı Osmanlı, II. Abdülhamit döneminde Pan-İslamizm siyasetini benimseyecektir. Osmanlı padişahlarının Halife olduğu söylenerek izlenen siyasete meşruluk kazandırmak amaçlanmıştır. Ancak, Osmanlı padişahları Arap olmadığı için, bu iddia hukuk açısından geçersizdir.

Osmanlı padişahları arasında İslam Halifesi sıfatını kullanan 3 padişah vardır: II. Abdülhamit, V. Mehmet ve Vahdettin. Bunun yanısıra Osmanlı hanedanından gelen Abdülmecit son halife olmuştur.

Halifelerin Listesi [değiştir]

Ana madde: Halifelerin listesi

Dört Halife Dönemi: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali

Emeviler Dönemi: Muaviye, Yezid, Muaviye, Mervan, Abdülmelik, Velid, Süleyman, Ömer, Yezid II, Hişam, Velid II, Yezid III, İbrahim, Mervan II

Abbasiler Dönemi: Seffah, mansur, Mehdi, El Hadi, Er Reşid, El Emin, El Memun, El Mutasım, El Vasık, El Mütevekkil, El Muntasır, El Müstain, El Mutez, Muhtedi, Mutemid, Mutezid, Muktefi, Muktedir,Kahir, Razi, Müttaki, Müstekfi, Muti, Ettai, Kadir, Kaim, Muktedi, Mustazhir, Raşid, Muktefi, Müstencid, Müstezi, Naşir, Zahir, Mustansır, Mutasım

Memluk Himayesi Dönemi:

Osmanlı Dönemi: Yavuz Sultan Selim'den itibaren tüm padişahlar halife ünvanına sahiptir.II. Abdülhamid , V. Mehmet, Vahdettin, Abdülmecit

Hilafetin Kaldırılması [değiştir]

Ana madde: Halifeliğin Kaldırılması

1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması ile, Sultan-Halife gibi, çifte görevi olan Osmanlı hükümdarının elinden egemenlik hakları, devlet yetkileri alınmıştı. Eski Osmanlı hükümdarına sadece, dini başkanlık yetkiler tanınmıştı. Hükümet, TBMM'nin seçtiği Halife Abdülmecid Efendi'den, sadece Müslümanların Halifesi ünvanını kullanmasını, gösterişli hareketlerde bulunmamasını istemişti. Abdülmecid, halife seçildikten sonra kendisine verilen talimata aykırı olarak, "Halife-i Müslimin" ünvanından başka sıfat ve ünvanlar taşıyarak, Cumhuriyet hükümetinin talimatı dışına çıkmıştır.

Bazı politikacılar ise; "Hilafet aynı hükümettir, hilafetin hukuk ve görevini iptal etmek hiç kimsenin hiç bir meclisin elinde değildir" diyerek, Halife'yi, Padişah gibi yaşatmak istiyorlardı. Bu durum halifelik kurumu hakkında bir an önce önlem alınmasını gerektiriyordu. Fakat Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı halifeliğin kaldırılması için zorlayan önemli sebep, Halife mevcut oldukça Türkiye'de yapılması zorunlu olan sosyal ve laik karakterdeki devrimlerin yapılamayacağı idi.

3 Mart 1924 tarihli, "Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmaniye'nin Türkiye Cumhuriyeti memalik-i hariciyesine çıkarılmasına dair kanun"la hilafet kaldırılmıştır. Böylece, yeni Türkiye önemli bir adım daha atmıştır. Hilafetin kaldırılmasının Türkiye'de ve dünyada geniş yankıları olmuştur. Hilafetin kaldırıldığı 3 Mart 1924 günü, bir diğer kanunla da Şer'iye ve Evkaf Vekaleti (Bakanlığı) kaldırılmıştır. Şer'iye ve Evkaf Vekaleti'nin kaldırılması sonucu, bu vekalet tarafından yönetilen okullar ve medreseler de kaldırılmıştır. Ayrıca aynı gün, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekaleti de kaldırıldı. Böylece ordu siyaset çatışmasının da önüne geçilmiş oldu. Tevhid-i Tedrisat kanunu da o gün kabul edilmişti.
 
Yukarı Alt